Okula gitmek için hazırlanıyordum. Her zaman ki gibi kötü bir kot ve rengi solmuş bir badi giymiştim. Yırtık ve mor renkte olan çantamı takıp dışarıya çıktım. Burslu olarak okuduğum okulun yolunu tuttum. Kasabanın dar, uzun sokaklarından geçip bir taksiye bindim. Sonunda okula varmıştım. Sınıfa girdiğimde Aurélia'yı gördüm, hemen boynuma sarıldı. Sınıftaki hatta okuldaki beni seven tek kişiydi o... Çünkü ben fakir olduğumdan kimsenin umurunda değilim ve bana yaratıkmışım gibi davranıyorlardı. Ama Aurélia her zaman beni koruyordu. Bana sarılmayı bıraktığımda onun ne kadar harika olduğunu gördüm. Uzun bir elbise giyinmiş ve altında elbisesiyle aynı tonda olan babetleri vardı. Birde kendimi hatırlayınca içimden gülmek geliyordu. Bu okula hiç bir zaman uyum sağlayamazdım.
Aurélia bana ''Lydia ailemden izin aldım ve seninle bir hafta Los Angeles'da kalacağız. Hani ne zamandır planlıyorduk hatırladın mı?'' dedi. Sesi çok heyecanlıydı. Onun izin alacak bir ailesi vardı benim ise babam ben küçükken bir suç işlediğinden hapiste ölmüştü; annem ise benim büyüdüğümü anlayınca beni bırakmıştı. En azından ben küçükken gitmemişti, bu kadar merhametliydi... Aurélia'ya heyecanlanmış bir şekilde ''Harika.'' dedim. Aslında gitmek istemiyordum. Gitsem yaratık gibi davranırlardı. Aurélia'ya ''Bak Aurélia, gitmeyi çok istiyorum ama bana orada aynen burada ki gibi fakir olduğumdan kötü davranacaklarını biliyorum.'' dedim. Aurélia buna çok üzülmüştü. Hemen bana yine her zaman ki gibi neşeli ses tonuyla ''Lydia hiç sorun değil sen orasını bana bırak.'' dedi. Ona güveniyordum. Yüzümde küçük bir tebessüm belirdi ve ''Seni çok seviyorum.'' dedim.
Sonra öğretmen geldi. Aurélia ile bugün bir dersimiz aynıydı. Ders sıkıcıydı. Dinlememiştim bile... Ders bittikten sonra Aurélia bana ''Hey çıkışta bize geliyorsun ben seni okulun önünde bekliyor olacağım tamam mı?'' dedi. Gülerek başımı sallladım. Ondan sonra ki dersler ile de ilgili değildim. Çünkü Los Angeles heyecanı hala üzerimdeydi. Sonunda son ders zili de çaldı. İlk çıkanlardan biri bendim. Okulun bahçesinde Aurélia'nın spor arabasını gördüm. Hemen yanına gittim ve arabaya bindim. Ona ''Şimdi ne yapacağız?'' dedim. O ise sırıtarak ''Önce eve gideceğiz orada yemek yeriz. Sonra bavul hazırlayacağız, senin içinde bir bavul hazırlayacağız. Uçak biletlerini alacağız ve yatacağız. Sabah kalkınca ise Los Angeles!'' dedi yüksek sesle. Bende etkilenerek ''Vay canına sen bir harikasın Aurélia.'' dedim. Sonunda evlerine gelmiştik. Burayı daha önce de görmüştüm. Ev villa türündeydi, krem renginde ve etrafında ağaçlar vardı. Ortasında ise büyük bir havuz. Aurélia kapıyı çaldı. İçeriye girdik. Sadece annesi evdeydi. Babası yurt dışına çıkmıştı. Aurélia'nın ailesi beni çok seviyordu. Buna bir anlam veremiyordum.
Annesi hemen bize yemek yaptı. Yemekte bir tavuk, çeşitli salatalar ve yanında sebze yemekleri vardı. Yemekler enfes görünüyordu. Ama masada bir terslik vardı. Aurélia ile annesi kavga etmiş gibiydiler. Gerçi her zaman öyle diyerek geçiştirdim. Yemekler bittikten sonra Aurélia'nın odasına çıktık. Oda yeşil tonlarındaydı. İki bavul çıkardı Aurélia. Hepisini kıyafetler, ayakkabılar, güneş gözlükleri, takılar ile doldurdu. Sonra bana dönüp ''Annem biletleri almış bizim bugün hava limanına gitmemize gerek yok.'' dedi. Sonra beraber film seyrettik... Saatler böyle geçiyordu. Sonunda gece yarısı olmuştu. Ben misafir odasında yattım. Sabah 7'de annesi Angelina bizi kaldırdı. Üstümü değiştirip Aurélian'nın bana verdiği dar kotu, uzun badiyi giydim. Aynadan baktığımda güzelliğimin ortaya çıktığını hissettim. Odadan çıkarak kapıya yöneldim. Aurélia beni bekliyordu beni görünce ''Harika olmuşsun Lydia!'' dedi. Bu sözüne gülerek karşılık verdim ve tekrar onun arabasına bindik.
Uzun bir yolculuktan sonra hava limanına vardık ve oradan uçağa binmiştik. Neredeyse 3 saat sonra oradaydık. Uçak çok rahattı. Aurélia'ya ''Nerede kalacağız?'' dedim elimdeki ağır bavulla. O ise ''Otelde kalacağız.'' dedi. Tekrar bir taksiye binip otele gittik. Çok lüks bir yerdi. Zaten Aurélia'nın gittiği her yer böyleydi. Otelin içine girdiğimizde iki kişilik bir oda istedik. Odamıza çıktık. Otelin dışı gibi içi de güzeldi tabii ki... Saat geç olmuştu. Aurélia ''Hadi bir yerlere gidelim.'' dedi heyecanlanarak. Ben ise bu hızına şaşırmış bir şekilde ''Saat geç oldu. Hem biraz dinlenmeliyiz.'' dedim. O ise başını salladı ve uykuya daldı Bende aynısını yaptım; uyudum.
Sabah olmuştu. Çalar saatin sesi beni uyandırmıştı. Hemen Aurélia'yı dürttüm. Üstümüzü değiştirip, otelde kahvaltı yapıp dışarıya çıktık Los Angeles'ın kalabalık sokaklarındaydık... Etrafta çok insan vardı. Alşıverişteki kadınlar, işini bitiren yorgun insanlar... Sonra beraber bir parka gittik. Ama benim içimde kötü bir his vardı. Parkta oturmuş kola içiyor ve sohbet ediyorduk. Kolalarımız bittikten sonra biraz yürümeye başladık. Yürürken sanki takip edildiğimi hissediyordum. Hemen arkamı döndüm ve korkunç bir manzara ile karşılaştım. Elinde silah olan bir serseri bize doğru geliyordu. Hemen hızı bir haraketle Aurélia'ya ateş etti. Ben ise kulakları tırmalayacak bir çığlık attım. Aurélia'nın cesedinin üzerine eğildim. Göz yaşlarım onun tenine akıyordu. Artık ölmüştü... Kalbi atmıyordu. Ölüm en sonunda onu soğuk kollarının arasına almıştı.
Ağlayarak çevreme baktım. Bir sürü insan toplanmıştı. Kalabalıkta Aurélia'nın ailesini gördüm. Ne işleri vardı? Üstelik tek bir damla göz yaşı dökmüyorlardı. Onlara doğru sersemlemiş bir şekilde yürüdüm ve ''Siz neden üzülmediniz?'' dedim. Onlar ise şefkatli bir sesle ''Gerçek kızımız sensin. Hastanede ikinizi karıştırmışlar. Ben ise Aurélia'nın senin yerinde olmaktan hoşlanmayacağını düşünerek bir katil tuttuk.'' dedi. Bu olan saçmalıklara aklım ermiyordu. Onlara bağırarak ''Böyle yaparak gerçek kızınızı kaybettiniz. Bunu Aurélia için yaptığını sanma. O her türlü hayatına devam ederdi. Ve onu sevmediğiniz zaten biliyorum.'' dedim bağırarak. Etraftaki polisler bunu duydu. Ama ben çoktan Aurélia'nın cesedinin üzerine eğilmiştim. Böyle saçma bir şey yüzünden ölmemeliydi. Artık beni koruyan ve seven kimse kalmamıştı. Yapayalnızdım...