Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 B r en d a n

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Brendan Berne




Mesaj Sayısı : 1
Banka Hesabın : 0
Kayıt tarihi : 26/12/09

B r en d a n Empty
MesajKonu: B r en d a n   B r en d a n AakahcC.tesi Ara. 26, 2009 10:03 am

10 Kasım gecesini sonlandıran bir bebeğin ağlayışı. Hastane duvarlarına çarparak yankılanan ses birçok insanın rahat nefes almasını sağlarken masada kan kaybından az daha ölecek olan kadın, yaptığı türlü hatalarla küçücük bebeğinin omuzlarına yükler bindirmişti. O dört duvar arasında nefes alamayan kadın, erken doğumla gelen bebeğini kaybetme riskiyle daha da rahatlayacaktı. Ama neredeyse iki avuç büyüklüğünde olan bebek, hayata bir an önce gözlerini açmak isteyerek annesini büyük ölçüde şaşırtmış ve hayatta kalmak için direnmişti. Kendinde bu gücü bulamayan kadın birkaç sene sonra geçmişiyle yüzleşeceğini bildiği için üzerine sorumluluk almaktan kaçınmayı planlamış, bebeği hastanede bırakıp kaçmak ona oldukça cazip bir fikir gibi gelmişti. Ona, kendisinin bir fahişe olduğunu, korunmasız olarak girdiği ilişkilerden birinde hamile kaldığını ve kürtaj parasını ödeyemeyecek kadar çulsuz olduğunu anlatmak zorunda kalacaktı yoksa. Belki kendisini anlaması için geçmişine de girecekti. Ne annesinin ne de babasının var olduğunu söyleyecekti. Yıllar boyu en ücra köşelerde süründüğünü, genç kızlık döneminde karşısına çıkan bir adamın ona gelecek vaat etmesiyle bir kulüpte çalışmaya başladığını ve her sabah başka bir adamın koynunda uyandığını itiraf edecekti. Bunları, hiçbir zaman var olmamış gururuna yediremezdi, terk etmeliydi. Ama işler sarpa sarmış ve kadın, tedavisi bittikten sonra kucağında ‘Brendan’ adını vermiş olduğu bebeğiyle hastane kapısından çıkmıştı.

Aradan geçen yıllarla iki avuç büyüklüğündeki bebek büyümeye; hayatın sınırları, zorlukları ve tokatlarıyla karşılaşmaya başladı. Annesiyle birlikte yaşadığı iki göz odalık evlerinde geçirdiği çocukluğu, ailevi tüm duygulardan yoksundu. Sevmesi, saygı duyması gerektiği annesi onun için bir yabancıdan ibaret değildi. Sabahları kahvaltıyı hazırlamaya üşenen, akşam hava kararmadan önce evi terk edip bazen gecenin bir yarısı bazen de sabah hava aydınlanmaya başlarken eve gelen bir kadını nasıl sevebilirdi? Ona saygı nasıl gösterebilirdi? Her gecesi başka bir adamı zevkten çıldırtmakla geçen bir kadına nasıl anne diyebilirdi? O, kendisine bahşedilen zekâsıyla okumayı ve yazmayı küçücük yaşında öğrenip annesinin yatak odasında prezervatiflerin arasından bulduğu paralarla kendisine gizlice kitaplar alıyordu. Çok sessizdi, neredeyse hiç konuşmuyordu. Yaşadıkları yıkık dökük o apartmanda ona acıyan ve içten içe keşke benim çocuğum olsa diyen kadınlar, gizlice yaptıklarını sandığı fısıldaşmaları ve dedikodularıyla Brendan’ın sürtük annesini kınıyorlardı. Ama o gözlerini kapatmayı yeğledi; çünkü eninde sonunda hak ettiği mükemmel hayata kavuşacaktı. O böyle umut etmeyi seçti, yenileceğini bile bile.

“Tek seçeneğim buydu! Tamam mı?” Yirmi sekiz yıldır taşıdığı acıların yükü artık dayanılmaz hale gelmiş olacak ki Nadya’nın küstah karamel rengi gözleri o anda kıpkırmızıydı. Boyalı sarı yıpranmış saçları dağılmış, üzerindeki ipek saten elbisesi hırpalanmıştı. Sırtında ve kollarında yeni oluşmuş morluklar Brendan’ın gözüne çarparken, kadın var gücüyle eline geçen her nesneyi devirmekle meşguldü. Dört duvar arasında çınlayan şangırtılar ve çığlıklar tüm sokakta duyuluyordu; ama buna müdahale etmek kimin haddine? Seyircileri eşliğinde daha da şiddetlenen öfkesi elinde bir yarık açılana kadar devam edebilmişti. Ruhunda açtığı yaralar kadar acıyan elini rast gele bir bezle sarıp kırık dökük eşyalar arasına çöktü. Kadının acizliği karşısında şaşkınlığını devam ettiren Brendan küçük ellerinde taşıdığı sargı bezi ve tentürdiyot ile annesinin yanına çöktü. Gözyaşlarıyla ıslanmış bezi fırlatıp mikrop kapmaması için hızlı hareketlerle yarayı temizledi. Sargı bezini de sarıp işini bitirdiğinde Nadya’nın eli özgürlüğüne kavuşmuştu. Gözlerini az önce kırdığına inanmadığı pencerelerden ayıramayan kadın sessizce ayağa kalktı ve birkaç adım ötesinde duran mutfak kapısından içeriye girdi. Masanın yanına koyulmuş iki iskemleden birine oturup oğlunu bekledi. Brendan ifadesiz suretiyle su içmek için mutfağa girdi, çıkmadan önce fikir değiştirerek mutfak tezgâhına dayandı. “Asıl adım Iole. İlk görüşte birbirlerine aşık olan çulsuz bir Rus ile balerin bir Fransız çiftin, tüm engellere rağmen doğurdukları küçük bir bebektim. Annem, beni ve babamı öyle çok sevmiş ki ailesinin tüm tehditlerine karşı Rusya’ya kaçmış. Üç kişilik bombok bir hayata. Sonra ne oldu da yerin dibine girdiler, beni Rusya’nın o ayazına tek başıma bıraktılar, bilmiyorum. Çocukluğumun ise orada nasıl geçtiğini düşünmek bile ürpermeme sebep oluyor. Çocukluktan kadınlığa geçişim de çok kısa sürmüş olmalı. Benim çocuksu ve saf güzelliğime çok para vereceğini yâd eden bir adamın karşıma çıkması bu yüzden olmalı. Annemi, babamı, çocukluğumu öğrenemeden hayatı öğretti bana. Erkekleri nasıl kancaya takacağımı, onlara acizliklerini unutturup zevki doruklarda nasıl yaşatacağımı, kısacası hayatımı nasıl kurtaracağımı öğretti. Ben de öyle sanıyordum, hayatımı kurtaracağımı. Hayatımı bir cehennem azabına dönüştürdüğümü her şeyin çok geç olduğu bir zamanda keşfettim. Hamile kaldım. Daha fazla para alacağım diye korunmasız girdiğim bir ilişkiden hamile kaldım. Bunu fark ettiğim zaman ne o lanet herif yanımdaydı ne de ben kürtaj için para bulabilecek durumdaydım. Seni doğurmak zorundaydım Brendan. Çareler beni terk etmişken ben yeni bir seçenek nasıl yaratabilirdim?” Brendan nasıl olup da bunca dakika ifadesiz suratını hiç bozmamıştı? Ya da Nadya bu mükemmel çocuğun kendi rahminden çıktığına nasıl inanabilirdi? Gerilmiş yüz kasları gevşerken gözleri Brendan dışında her yere kayıyordu. Ona bakmaya cesaret edemiyordu; çünkü onu kollarına aldığı o ilk gün bunun olacağını tahmin etmişti. Var olmayan gururu yerlerdeyken onun yüzüne bakacak ne cesareti ne de güçlülüğü bulabiliyordu. Ama Brendan öyle miydi? Duygularını bir sır gibi saklayan, ifadeden yoksun yüzüyle bütünleşmiş, her zaman konuşmak yerine susmayı tercih etmiş küçük bir çocuktu kendi gözünde. Suskunluğunu geçirdiği çocukluğuna bağlıyordu, bir fahişenin çocuğu olmak kolay değildi elbet. Apartmanın önünde diğer çocuklarla oynadığı her an tanıdığı tanımadığı insanların dedikodularına maruz kalmak zordu. Gece kapıdan çıkan anneyle birlikte giden ruhunu, sabah gelmesi için beklediği bedenini düşünebiliyordu. Çünkü Nadya da evden dışarıya adımını attığı ilk dakikada ruhunu evde bırakıyor ve sözde o heriflerin kolları arasında kirlenen bedeninden ayrı tutmaya çalışıyordu. Zordu, bir fahişeyle bir bağın varsa zaten her şey zordu. “Ben bir fahişeyim. Sadece bunu bil, bana yeter.” Kadın yutkunarak oğluna çevirebildi bakışlarını. “Sana da yetmeli.”

On bir yaşına gelene kadar hayatını o dört duvar arasında, kitap okuyarak ve annesinin eve gelmesi bekleyerek geçirdi. Annesi tüm şikâyetlerine rağmen iki kişiyi geçindirmek zorundaydı ve işe devam etmeliydi. İşini hayatına o kadar sokmuştu ki artık kendisine ve Brendan’a ayıracak hiç zamanı kalmamıştı. Brendan ise annesinin yatak odasının önüne her gelişinde ya annesini tanımadığı bir adamın kolları arasında odaya girdiğine ya da yine tanımadığı bir adamın dağınık üstü başı ile dışarı çıktığına şahit oluyordu. Bu manzaralar karşısında kayıtsız kalmasını doğal olarak karşılıyordu, çünkü kapının her aralanışında içinden kopan parçalar onu hissiz bir hale getirmişti. Gün geçtikçe daha da içine kapanmaya devam eden Brendan ifadesiz gözlerini sadece kitap okumaya yoruyordu ve aynı zamanda da kendisine bile itiraf edemediği duygularını kağıtlara dökmeye başlamıştı. Bu ihtiyaç ona fazlasıyla abes ve gereksiz geliyordu; ama eğer bunu yapmayı keserse, eğer içindeki zehri bu yolla dışarı atmaya devam etmezse kendi zehriyle öleceğini biliyordu. Bu yüzden yazdıkça yazdı, yaşadıklarını kabullenmek için, ölümünü uzaklaştırabilmek için, hislerinin var olduğunu kendisine itiraf edebilmek için. Kanıtlamak için. Her zamanki normal ve boğucu bir günün hayat değiştirici bir etkisi. Annesinin yatak odasının kapısı yine aralanmış ve içeriden henüz on yedi-on sekiz yaşlarında görünen bir züppe çıkmıştı. Baba parasını dilediği gibi -ota boka- harcayan bebek yüzlü genç, apartmanın önüne bıraktığı spor arabasına doğru ilerlerken Brendan pencerenin önüne geçmişti. Sokaktan geçen her insani varlık dönüp en az bir kere arabaya ve daha sonra apartmana bakıyordu. Brendan perdelerin ardında gizlenirken iç sesi bir sürü müstehcen sözler sarf ediyordu. O dikkat çeken spor arabası, biraz sonra caddeye çıkmalı ve oradan geçen başka bir arabayla çarpışmalıydı. Geçen her saniyeyle baskınlaşan sesi artık duyduğu tek ses değildi. Araba motorunun çıkardığı ve ilerlerken hızla beraber yere sürtünen lastiklerin sesi ve arabanın caddeye ulaşmasıyla büyük bir gürültü. Brendan’ı arabadan bir saniye dahi ayırmadığı gözleri zaferle ışıldarken annesi üzerinde bir gecelik ile dışarı fırlamış ve Brendan’ı bir kenara itip pencereden olay yerine bakmaya çalışmıştı. Brendan umursamazca yatağına yerleştiğinde ambulans sesleri ona engel olamamıştı. Bugün, hiçbir zaman hissetmediği bir duyguyla dolup taşarken bu kazayı kendinin yapıp yapmadığı düşündü. Sorularına verdiği cevaplardan henüz olamamışken uykuya daldı. Bir sonraki günün kutsallığından habersiz.

Henüz uyku ihtiyacı tamamlanmamışken annesinin tiz sesiyle gözlerini açtı. Karşısında gördüğü suret oldukça endişeli ve meraklıydı. Bir askısı düşmüş geceliği artık onun ev kıyafeti haline gelmişti. Uyurken ise hiçbir şey giymemesi de bu yüzden doğal görünüyordu. Titreyen elleri arasında mühürlü bir zarf tutuyordu. Hiçbir şey söylemeden zarfı Brendan’a doğru uzattı. Brendan parmaklarına değen bu zarfın kendisine geldiğine hala inanamazken içinde yazanlar daha da merak uyandırıcıydı. Yatakta doğrulmuşken zarfı araladı ve yüz ifadesini değiştirmeden mektubu okudu. İnanılmaz! Biri onunla ya dalga geçiyordu ya da sihir alemi diye bir şeyin varlığı gerçekten söz konusuydu ve en önemlisi bu sihir alemi hakkında bilgi edinmek için bir okula davet ediliyordu. Tekrar tekrar aynı satırları okurken annesi artık meraktan fal taşı gibi açılmış gözlerini mektuba dikmişti. “Bir sihir okuluna davet edilmişim!” Annesinin tiz kahkahaları odada yankılanırken Brendan mektubu yanındaki komodinin üzerine bıraktı. Evet, kararı belliydi. O okula gidecekti; çünkü onun tek kurtuluşu bu okuldu. Bu bataklıktan sihir âleminin varlığına inanarak kurtulacaktı. Annesinin haberi bile olmadan, sessizce. Bilmesine gerek yoktu, o iş için dışarı çıktıktan sonra Brendan da ayrılacaktı bu evden. İşte o gün başladı en güzel hikâyesi.

Hogwarts. Burada olduğuna hala inanamıyordu. O iğrenç geçmişinden ve hayatından kurtulduğuna inanamıyordu. O ihtişamlı kapıdan içeri girdiğine, eski püskü bir şapkanın konuştuğuna ve Brendan’ı kişisel özelliklerine göre Ravenclaw’a yerleştirdiğine inanası gelmiyordu. Ama büyüyle tanıştığı anda bunların daha hiçbir şey sayıldığını yeni yeni öğreniyordu. Sol eliyle tuttuğu asasıyla neleri yaptığını ve daha neler yapabileceğini bilmek, okula gelmeden önce bir büyücü yardımıyla yaptığı alışverişlerden birinde aldığı kazanına attığı malzemelerle yarattığı iksirlerin ne gibi etkileri olduğuna şahit olmak onun gibi bir muggle soyluya olağandışı geliyordu. Ama bunlara alışması epey kolay olmuştu ki artık derslerden vakit buldukça kendini kütüphanede buluyordu. İnsan arkadaşları yoktu onun, kitaplarla bu ihtiyacını giderebiliyordu. Yabani de değildi ama, sadece sessiz ve sakin bir çocuk. Zeki ve çalışkan oluşuyla profesörlerin aklına yer edinirken geçmişinin karşısına dikeleceğinden korkan Brendan kendine yaklaşan tüm insanları kendisinden uzaklaştırıyordu. Eğer birini bile hayatına soksa bütün sırlarının ortaya döküleceğinden korkuyordu. Ama bu durumdan da mutluydu, birilerine bağlı yaşamaktansa tek başına, dimdik ayakta durmak onun kendisine olan saygısını arttırıyordu. Bir yılı bitirip eve geri dönme zamanı geldiğinde bir sürü düşünce beyninde dönüp durmuştu. Annesi belki de onun öldüğünü bile düşünüp rahat bir nefes almıştı, onu hayal kırıklığına uğratmak zevkli olabilirdi ama en azından ikisinden biri mutlu olsa dünyanın adaletinden söz edilebilirdi. Her şeye rağmen o iğrenç apartman dairesine geri döndü, tüm endişelerle, sorularla ve belirsizliklerle birlikte. Brendan’ın yaşadığı tüm olağanüstü olaylara rağmen o ev, Brendan orayı terk etmeden önceki halinden pek farksız değildi. Bütün eşyalar aynı yerinde, aynı dağınıklığında duruyordu. Nadya da değişmemişti, oğlunun geri döndüğünü görüp bir sevinç çığlığı bile atamayacak kadar acizdi yine. Yaz tatili bir çırpıda geçip gitmişti o sıkıntılı ve boğucu günlere rağmen. Hogwarts’a geri döndüğünde yine aynı şeyler tekrarlandı.

Dördüncü senesine güzel başlayacağını düşünüyordu, ta ki annesi onu babasının evinin kapısına koyana dek. Ne adalet! Babasız yaşamaya alışmıştı, yalnız başına. Ama annesi yine her şeyi berbat eden hareketlerine devam etmiş ve en sonunda intikam alacağını düşünerek Brendan’ın biyolojik babasını bulmuştu. Oysa onun sayesinde Brendan’ın bir türlü baba diyemediği insanın karısı hastalanmış en sonunda ölmüştü. Her şeye rağmen bu adaleti sağlamak için doğru kişiler mi cezalandırılmıştı? Kesinlikle hayır. Aslında Nadya’nın amacı belliydi, belki de oğluna yaranmak için o adamı cezalandırıyordu. Ya da hamile kalmasına neden olarak sadece o adamı görüyordu. Belki daha derinlere girip o adamın karısını suçluyordu içten içe. Kocasını kendisine bağlayamadığı için ihtiyaç duruyordu adam kadınlara. Hâlbuki o kadının siniri herkeseydi. Kendisine bile. Doğmuş olmak bile ona verilen en büyük şansızlıktı. Brendan de her ne kadar onunla aynı düşünceleri paylaşıyor olsa da bu asla bir kadına yapılmamalıydı. Böyle bir duruma sebep olmak ise ayrı bir sorumluluktu. Nadya, oğlunun omuzlarına yük bindirmekten oldukça hoşlanıyor gibiydi. Bu olaya sadece kendisinin yol açtığını düşünebilecek kadar da aptal. Brendan ne yine kendisini tek başına giden annesini umursadı ne de kendisine oldukça yabancı gelen bu evde, onu ezmeye çalışan insanların varlığını yok saymasına aldırdı. Üvey bir kardeşinin olduğunu sonradan öğrenmesi bir şeyi değiştirmedi; çünkü o büyük olaylar karşısında sessiz kalan biricik* kardeşi ortaya çıkmaya bile tenezzül etmemişti. Marquis –üvey kardeşi- de bir büyücüydü ve o da Hogwarts’a başlıyordu. Geçmişinden kurtulmayı dilerken artık bütün okul onun ne iğrenç bir anneden doğduğunu öğrenecekti. Annesine karşı nötr olarak devam etmiş duyguları o andan itibaren nefrete dönüşmeye başlamıştı.

Not. Rp tamamıyla bana aittir. Karakterimin geçmişinden uyarlanmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
B r en d a n
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Başlangıç :: Vergie Dağı :: RP Out Geçmişi-
Buraya geçin: