Meredith Sona McDiable
Mesaj Sayısı : 3 Banka Hesabın : 0 Kayıt tarihi : 21/07/11
| Konu: Meredith Sona McDiable Perş. Tem. 21, 2011 12:44 pm | |
| Korku... Bir anda bütün vücudunu ele geçiren sadece bu duyguydu. Sert ve soğuk esen bir rüzgar gibi bütün vücuduna dokundu. Kaskatı kesilen bedeni hareket etmeyi unuttu. Gözlerini açamıyordu, duyduğu son ses ise kulaklarındaki yoğun uğultuydu. Bedeni yavaş yavaş gecelere teslim oluyordu, ruhu desen çoktan kaybolmuştu...
32 Saat Önce... Yumuşak esintiler yüzünü ve saçlarını usul usul okşarken gözlerini yavaşça açtı Sona. Yeni bir gün daha doğmuştu. Bu yeni gün ona yeni gülümsemeler, yeni kahkahalar ve yeni eğlenceler getirecekti. En azından Sona öyle düşünüyordu, düşündükçe de içi içine sığmıyordu. Bir süre tam anlamıyla ayılmak için geniş yatağında boş boş yattı. Yatağında bir yerlerde titreyen telefonunu hissedince telefonuyla beraber kalkıp küçük banyosuna yollandı. O sırada kapağı kaldırıp gelen mesajı okudu "Bugün grupla kampa gidiyoruz unutma! En geç saat 8.30'da kulübenin kapısında ol!" Sona mesajı görünce bir anda gözleri büyüdü. Saat 8.00'di ve tabiki kamp meselesini unutmuştu! Bir taraftan hızla yüzüne soğuk suyu çarpıyor diğer taraftan en az üç tane hatırlatma yaptığı telefonunu çalmadığı için suçluyordu. Oysa telefonun hiçbir suçu yoktu, uykusundan hiçbir şekilde feragat etmeyen Sona hatırlatmaların hepsini kapatmıştı. Telefon dile gelip konuşsa kim bilir neler sayardı Sona'nın hakkında. Bunları düşününce gözü telefona kaydı Sona'nın. "Sakın ağzını açayım deme!" dedikten sonra kendi haline gülmeye başladı. Daha sonra kendine gelip odasına geri koşturdu. O sırada ayağının neye takıldığını anlayamayan Sona bir anda kendini soğuk zeminle yanak yanağa buldu. Yere yavaşça çarpan kafasını ovuşturarak yerden kalktı ve hiç bir şey olmamışçasına gardolabının önüne gitti. Askıları tek tek boş alanlara doğru atıyor, giyecek bir şeyler arıyordu. En sonunda yeşil bol bir pantolon ve üzerine beyaz bir kapşonluda karar kılan Sona dolabın dibindeki valizi alıp bu sefer eline ne geçirdiyse koymaya başladı. 20 dakikada kendi rekorunu kıran Sona hiç zaman kaybetmeden evden çıktı. Tek güvencesi gruplarının toplandığı kulübenin Sona'ya en yakın olmasıydı.
Tahmin edileceği gibi Sona oraya en geç varandı. Grup başkanları Adriana'nın suratındaki kızgın ifadeyi gördüğünde hortlak görmüşe döndü -hoş Adriana'nın hortlaktan pek bir farkı da yoktu. Gergindi ama bunu şirin gülümsesiyle maskeleyebilirdi. Her zamanki yaşam enerjisiyle gruba iyice girdi. "Gün..." Neşeli bir selamlamayı Adriana'nın tok sesi anında böldü. "Sana geç kalma dedim! Saatin kaç olduğunun farkında mısın Meredith! Sor..." Meredith ismini duyunca hiddetlenen Sona bunu da bir gülümsemenin ardına saklamaya çalıştı ama ona öyle seslenmesine izinde veremezdi. "Bana Meredith deme." Kafasını hafifçe yere eğerek söylediği bu sözler ona yeterli olmalıydı. Adriana ne kadar kalın kafalının teki de olsa yeterli olacaktı. Daha önceki deneyimlerinden bunu öğrenmiş olması gerekirdi en azından. Yere eğdiği kafasını kaldırıp Adriana'nın yüzüne bakınca bembeyaz olan suratının kanı iyice çekilmiş gibi görünüyordu. Bir şey demek için ağzını açtıysada konuşamadan geri kapattı. O sırada diğerlerinin gülmek üzere olduğunu fark eden Sona'nın neşesi iyice yerine geldi. Adriana'nın aksine ona çok iyi davranan kardeşi Alexander'ın yanına gidip neşeli neşeli konuşmaya dalan Sona'yı yine Adriana'nın tok sesi kendine getirdi. Kamp alanına götürecek araç gelmişti. Valizini eline alıp hoplaya zıplaya -nedense ananas kokan- otobüse bindi. Yolculuk boyunca Alexander ile oturmuş fakat fazla konuşmamıştı. O daha çok dışarıyı izlemeyi severdi çünkü arabadayken. Gözünün önünden akıp giden görüntüler çok daha ilgi çekici gelirdi ona. Şehrin o çok katlı binalarını, kirli sokaklarını, ne yazıldığı bile anlaşılmayan duvarlarını geçtikçe Sona'nın içinde bir ferahlama oluşuyordu. Üstelik uzaktanda olsa yeşillikler ve hemen ötesinde gökyüzüyle birleşmiş, sanki sonsuza kadar uzanan okyanusu gördüğünde fazla heyecan yapıp küçük bir iniltiyle alkış yaptı. Suratına acayip bir şekilde bakan Alexander'a dönünce ilk önce ağzını tuttu fakat daha sonra dayanamayarak kolunu çekiştirip manzarayı ona da gösterdi. Alex minik bir kahkaha atarak Sona'ya uydu.
Bir kaç saat sonra otobüsün daha fazla ilerleyememesi üzerine bütün grup mavi,geniş koltuklardan kalkıp kapılara hücum etti. Zaten sıcaktan bunaldıkları için ağaçların arasında yürümek bir anda onlara daha cazip görünüyordu. Valizlerini sırtlanıp Adriana'nın peşine düştüler ördek yavruları gibi. Adriana daha önceden gelip kamp yerlerini ayarlamıştı. Bu onlara yer arama konusunda zaman kazandırmıştı. Daha içlere doğru yürüdükçe uzun pantolon giydiğine şükrediyordu Sona çünkü hava bir anda soğumuştu ayrıca diğerleri bacaklarını ve kollarını çizen dikenlerden yakınıyorlardı. O bu sırada daha çok etrafa bakınıyordu. İçinde nedense garip bir his oluştu. Bu his bir anda bütün neşesini alıp götürdü. Daha beş dakika önce dikenlerin arasında bile hoplaya zıplaya ilerleyen Sona'ya her şey yük olmaya başladı. Adımları kötü bir sondan geri dönmek istercesine geri geri gidiyordu. Vücuduna emir vermekte zorlanıyor, titreyen bacaklarına ilerlemesi için yalvarıyordu. Lilith'in ona seslenmesiyle kendine geldi. İçindeki o his hala gitmese de en azından uzuvları sözünü dinliyordu. Az önce ona sevimli gelen ağaçlar şimdi birer yaratık olmuştu gözünde, içlerindeki güzelliği korumaya çalıştığı için heryere yayıldığını düşündüğü uzun dikenlerinse artık işkence yapmak için orada bulunduklarını düşünmeye başladı. Evet birden bire kafayı yemeye başlamıştı ve buna neyin sebep olduğunu bilmiyor gibiydi. Bu düşüncelerle ilerleken durduğunu fark etmediği birine çarptı Sona. Anlaşılan kamp yerlerine gelmişlerdi. Kafasını iyice kaldırıp etrafa baktığında korkuyla bir anda yere yığıldı. Neden böyle bir şey hissetmeye başladığını şimdi anlıyordu. Adriana'ya döndü. Arkasının dönük olmasına rağmen yüzünde kocaman ve iğrenç bir gülümseme olduğunu tahmin edebiliyordu Sona. Gözyaşlarını bastırarak ona bu zaferi kazandırmayacaktı. Hızla çöktü yerden kalkıp Lilith'in yanına yardıma gitti. Aynı çadırda kalacaklardı.
Çadırlar kurulmuş, ateş için yer hazırlanmış, yiyecekler yavaş yavaş ortaya çıkarılmaya başlanmıştı. Sona ruh gibi üzerine düşen görevi yapıyor daha sonra hiçbir şeye katılmayarak karanlık bir köşede oturuyordu. Karanlık görüntülerin zihnine süzülmesine izin veriyor, gözyaşlarını kimse görmeden akıtıyordu. Arada bazılarının kendisi hakkında fısıldaştıklarını duysa da umursamıyordu, umursayacak hali de yoktu. Sanki yaşamıyordu, hiçbir tepki veremiyordu. Ruhu mu eriyordu? Onu bile bilmiyordu,hissetmiyordu. İlk gece yemekten sonra hemen çadırına çekildi ve yattı. Bir hafta böyle geçecek, daha sonra Adriana'yı bulup ağzının payını verecek ve eski haline dönecekti.
İlk kan o gece dökülmüştü! Sona gözlerini tiz bir çığlıkla beraber açtı. Hızla çadırdan çıkmaya çalışırken ilk çığlığı başka çığlıklar, ağlamalar, inlemeler izledi. Çadırdan çıkar çıkmaz gördüğü görüntü karşısında dehşete düşen Sona hiç hareket edemedi. Sadece dizlerinin üstünde öylece kala kaldı. Alex'in yanına gelmesiyle kendine geldi. Ağaçta sarktığını gördüğü şey gerçekten bir cesetmiydi! Kafası vahşice koparılmış bir ceset! O gruptan bir kızın cesedi! Elini ağzına götürüp çığlıklarını bastırdı Sona. Göz yaşları elinin üzerinden kayıp giderken hala cesedi izliyordu. Aralarında en iri olan Joseph'in cesedi ağaçtan indirmeye çalışması üzerine Sona'nın gözüne bir şey çarptı. Hızla cesede yaklaştı. Kızın beyaz elbisesi üzerine kanla yazılmış yazıyı gördüğünde bu sefer çığlığını bastıramadı. "Bunu yapmamalıydınız!" Kendini tamamen kaybetti. Bir taraftan çığlıklar ataraf ağlıyor, bir taraftan onları o alanın içine sokan Adriana'ya küfürler, lanetler yağdırıyordu. Hepsi onun suçuydu! Annesiyle babasının gözünün önünde işkenceyle öldürüldüğü yere onları bile bile getirmek onun suçuydu! Birisinin onu kucakladığını hissetti. Bir taraftan Sona'nın rahat durmayan bedenini taşımaya çalışıp diğer taraftan onu avutmaya çalışan kişi muhakkak Alexander idi. Göz yaşları içinde tekrar uykuya dalana kadar yanında bekledi Alexander. Uyumaya korkuyor, rüyasında o olayları tekrar yaşayacağını düşünüyor olsada uykuya daldı. Gözlerini bir süre sonra açtığında hava kararmaya başlamıştı. Yerinden kalkıp diğerlerinin yanına gittiğinde yoluna çıkan ilk kişi şişmiş gözleriyle Adriana olmuştu. Sona'yı gördüğünde deli gibi saçlarıyla oynamaya başlamış ve işaret etmeye başladı. Sona hışımla Adriana'nın yanına gitti. Adriana'nın "O yaptı! Hepsini o yaptı!" diyen sesi kulaklarında yankılanınca beyninden vurulmuşa döndü. Hızını arttırıp Adriana'nın yanına gitti. Yakasından kaldırdı ve yanağına okkalı bir tokat yapıştırdı. Herkes bir anda suskunlaştı. Sona inanamayan gözlerle Adriana'ya baktığında gözlerindeki korkuyu okudu. Hıncını alamayıp bir tokat daha geçirdi yüzüne fakat bu sefer kelimeleri kullandı. "Sen! Sen sebep oldun asıl hepsine sen! Bizi bu lanet yere bile bile getiren sendin! Beni buraya, ailemin gözlerimin önünde kanayarak ölmesini izlemek zorunda bırakıldığım yere sen getirdin! Gitmemişler demek ki! O lanet olasıcılar gitmemişler!" Hiçkimsenin ne olduğunu anlamadığını biliyordu Sona. Adriana'yıysa orada bırakıp diyerlerine döndü. "Buradan gitmek zorundayız! Hemde hemen yoksa geri dönecekler ve bu sefer kimseyi bırakmaya özen göstererek hepimizi öldürecekler!" Bu sözler herkesin yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı. Sabahki korku tekrar yerine gelmiş, bu sefer beraberine telaşta eklenmişti. Bir anda Joseph'in sesini duydu. "Lilith, ve Ozzy'i bulamıyorum!" O anda herkesin aklına aynı şey geldi. Zorla küçük gruplar oluşturulup aramaya başlandı. Yarım saat sonra yükselen yeni bir çığlık üzerine herkes sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Görüntü aynı sabahki gibiydi. Kafası kesik iki beden,kanalr içinde,karşılıklı iki ağaçta... Ozzy'nin çıplak vücudundaki yazıyı gören herkesinse kanı donmuştu "Çıkış yok!"
Korku içinde geri kamp alanına döndüler. Başlangıçta yedi kişiydiler fakat artık sadece dört kişi kalmışlardı. Adriana iyice delirmişti. Oturduğu bir kütüğün üstünde ileri geri sallanıyor, anlaşılmayan şeyler söylüyordu. Kelimelerin arasında Meredith ismini duyan Sona hızla oturduğu yerden kalktı ve tekrar Adriana'nın yanına gitti. Kafasına doğru sert bir tekme atıp yere düşürdü. Joseph hızla Sona'nın yanına gidip onu durdurmaya çalışsa da olan olmuştu. Artık o bedenin içindeki Sona değil Adriana'nın ağzına alıp durduğu Meredith idi. Kan açlığına sahip, kimsenin gözünün yaşına bakmayan, kimseyi tanımayan, daha da önemlisi katil olan yönü! Kolunun içinden çektiği uzun ve kanlı bıçağı Joseph'in boğazına sapladı. Adriana bir çığlık attı. Yere yığılan Joseph'in ardından iğrenç bir kahkaha atan Meredith yerde ağlayan Adriana'yı önemsemeyip Alexander'a yöneldi. Kolunun içinden başka bıçakları çıparıp hızla bacaklarına doğru fırlattı. Yere yığılan Alexander'ı orada öylece bırakıp yeniden Adriana'ya döndü. Yeniden yerden kaldırdı ve bir ağacın gövdesine yasladı. Hiçbir yere gidemeyeceğini biliyordu nasıl olsa. Alexander'ı sürünerek kaçmaya çalışırken yakaladı ve Adriana'nın karşısına kadar sürükledi. Büyük bir soğuk kanlılıkla kız çığlıklar atarken o Alexander'ın hayat damarlarının olduğu yerleri bir bir kesmeye başladı. O sırada son derece serin kanlı konuşuyordu. "Biliyorsun değil mi baştan beri hepsinin suçu sensin ve ailen. En başta bu olayları başlatan senin ailendi. Kıskandıkları için Sona'nın anne ve babasını öldürten senin anne ve babandı. Bakıyorum sen de onların izinden gitmeye çalışmışsın. Fakat düşünemediğin bir şey vardı. Ben!" O sırada Alexander elinde can vermişti. Elindeki bıçağı da son sözlerle Adriana'nın tam kalbine doğru fırlattı.
Kulağına gelen saplanma sesiyle kendine gelmeye başladı Sona. Sanki gözlerindeki perde kalkmaya başlamış, derin bir uykudan uyanmıştı. Ayılmaya çalışır gibi ellerini gözlerine doğru yaklaştırdığında elindeki kanı görüp bir çığlık attı. O anda neler olduğunu anladı. Her şeyi ama her şeyi kendisi yapmıştı! Adriana'nın kalbine saklanan bıçağı gördüğünde geri geri kaçmaya başladı. O sırada her yerinden kanlar akan Alexander'a takıldı. Alexander'ın o halini görünce tamamen kendinden geçti. Ne yaptığının farkında değildi, farkında olmadan ayağa kalktı, farkında olmadan Adriana'ya sapladığı bıçağı aldı ve farkında olmadan göğüs kafesine sapladı... | |
|