Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Lady Pamelia Cauas.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lady Pamelia Cauas




Mesaj Sayısı : 1
Banka Hesabın : 0
Kayıt tarihi : 22/06/11

Karakter Bilgileri
RPG Puanı:
Lady Pamelia Cauas. Left_bar_bleue91/100Lady Pamelia Cauas. Empty_bar_bleue  (91/100)
Özel Güç:
Silahı: Başlangıç Kiti

Lady Pamelia Cauas. Empty
MesajKonu: Lady Pamelia Cauas.   Lady Pamelia Cauas. AakahcPtsi Haz. 27, 2011 10:01 pm

    "Hello there, the angel from my nightmare, the shadow in the background of the morgue..."

    Lassie kulağına dolan klavye dokunuşlarıyla yumuşatılmış bateri vuruşlarını duydu rüya görmeden uyuduğu bir gecenin sabahında... Önce bas gitar ardından da elektroyla çıkarılmalarına rağmen birçok insan tarafından klasik gitardan çıkan notalar gibi algılanan muazzam gitar tınıları. Melodiyi çoktan tanımıştı ama bir an acaba şarkıyı düşlüyor muyum diye sorgulamadan edemedi, yoksa gerçekten birileri sabah sabah odasında bu şarkıyı çalma inceliğini mi göstermişti? Gözlerini açmadan önce o tok, gizemli, bazılarını korkutan ama onu bir hayli rahatlatan erkek sesini duymayı bekledi. ‘The angel from my nightmare’ sözcükleriyle beraber gözlerini yavaşça açtı, bulanık görüntünün netleşmesine yardımcı olmak için birkaç defa ard arda gözlerini kırpıştırdı. Ama neticesinde ortaya çıkan görüntü sadece burnunun on beş santimetre kadar ilerisindeki fildişi beyazı duvardı. Üzerine vuran güneş ışıklarıyla duvarın rengi hafif sarıya çalıyordu. O önce sırtüstü dönüp ardından da sol kolunun üzerine yatarken şarkının vokali değişmiş ‘Where are you, and I’m so sorry, I cannot sleep, I cannot dream tonight’ diyordu. İkizinin karşıdaki yatakta oturmuş ona doğrulttuğu ‘Aşkolsun’ dermiş gibi bakışları üzerine hemen onun gönlünü almak için şarkıya eşlik etti “I need somebody and always this sick strange darkness comes creeping on so haunting everytime.” Hemen masum bir hal aldı, kendini affettirme çabasındaymış gibi kaçamak bakışlar atıyor ve bakışların arasında da itinayla siyah gözlere sahip kırmızı papatya desenleriyle süslenmiş, ikisinin birlikte seçtikleri biraz sıradışı halılarını inceleme numarası yapıyordu. İkizi söz aldı, “As I stare I counted webs from all the spiders, catching things and eating their insides like indecision to call you and hear your voice of treason... Will you come home and stop this pain tonight?” Bu sırada o da yatağında oturmuştu ve ikinci defa tekrarlarken ikizine eşlik etti “Stop this pain tonight...” Ayağa kalktı ve kendini affettirmeye çalışan o bakışları gözlerinden eksiltmeden savunmaya geçti, sert çıkmıyordu, tatlı tatlı gülümsüyordu, oldukça içten... “Don’t waste your time on me, you’re already the voice inside my head.” Ve ikizi de backvokale eşlik ederek “I miss you...” diye tekrarlıyordu. Şarkı derinden gelen piano dokunuşlarıyla sonlanırken ayağa kalkıp sarılmış ve birbirlerinin yanaklarına günaydın öpücüklerini kondurmaya başlamışlardı bile... Güzel bir sabahtı, Lassie’nin güne güzel başlamanın bir yolunu bildiği varsa, o yol büyük ihtimalle en sevdiği şarkılardan biriyle uyanmaktı, aslına bakarsanız ikizinin yanında olması onun için her zaman yeterli bir sebep olmuştu. Birlikte çeşitli şarkıları söylemeyi ve söylerken şarkıdaki ruh haline bürünmeyi çok seviyorlardı, aynı az önce yaptıkları gibi. Birbirlerinin üzerinde kenetlenmiş kollarını ayırdıktan sonra -yaklaşık on dakika sonra oluyordu bu- Elanie hızla müzik setinin yanına ulaştı, “Yeter ya, sıkıldım.” dedikten sonra anında CD değiştirdi. Onun punk müzik dinlemekten pek hoşlanmadığını bilen Lassie çoğu zaman yaptığının aksine hiçbirşey söylemedi. Onu bu şekilde uyandırmış olmayı düşünmesi bile yeterliydi bugünlük. Hoparlörlerden yumuşak, fazla neşeli olmasa da insanın içini huzurla dolduran ve sözleriyle içten içe güçlendiren bir şarkının sesi geliyordu... RHCP – Snow.

    Lassie aynanın karşısına geçmiş bir yandan esneyip diğer yandan da saçlarını pek de özenmeden toplarken Elanie neşeyle odanın içinde hoplayıp zıplıyor, elinde kendi saç fırçasını tutmuş mikrofon niyetine kullanarak şarkıya eşlik ediyordu. “Heey, ohh, listen what say, oh...”

    Herşey tamamdı da, bu sıcak yaz gününde Snow isimli şarkıyı dinlemenin anlamı neydi şimdi? Düşünmeden edemedi Lassie, şarkının etrafta kar olmayınca pek de duygulu gelmediğini farketmişti birkaç saniye önce. Ama ikizinin sinirini bozmak yerine -ki bu oldukça hoşuna giderdi- bir kez daha susup aynadaki uykulu görüntüsünü boş boş izlemeye devam etti. Önceki günden kalma mavi far ve siyah kalem, gözlerinin çevresine yayılmış bir hayli yeşile dönmüşlerdi, saçları sonsuza kadar uğraşsa bile saç kremi olmadan tarayıp düzeltemeyeceği kadar karışmıştı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, gece film izlemiş, geç uyumuşlardı ve Lassie’nin hala uykusunu almış olduğu söylenemezdi... Aynaya sırtını döndü ve saçının arkasını kontrol etti, tokanın açılacak gibi durmadığından emin olduktan sonra yatağa çıkmış başka bir şarkıyı söyleyen Elanie’ye baktı; kırmızı, beyaz ve siyah desenli yatak örtüsü ayaklarının altında eziliyordu, Lassie bir an o yatak ertesi sabaha çıkamayacakmış gibi hissetti, daha önce bunu defalarca yapmamış olsalar yatağın yaylarının çoktan kendilerinden geçmiş olduklarını düşünürdü. İkizinin bu haline hafifçe sırıttı ve kendini son hızla odadan dışarıya attı.

    Odadan öyle zamanlı çıkmıştı ki, tam ahşap merdivenlerden aşağıya ilk adımını attığında alt kattan abisi ona sesleniyordu, “Las! Serena telefonda bekliyor!” Lassie merdivenleri uçarcasına inip mutfağa girdi, tezgahta domateslerle cebelleşen -belli ki sadece kesmeye çalışıyordu- abisinden ev telefonunu kaptı ve salona geçti. “Alo?”
    Sağ eliyle salonun lila rengi, sade perdelerini açmaya çalışırken sol eliyle de telefonu tutuyordu. Telefondaki Serena “Günaydın tatlım.” dedi enerjik bir sesle; buna karşın Lassie önce esnedi ardından da hayli sakin, “Sana da,” diye karşılık verdi ve “Neden ev telefonundan aradın?” diye sormayı da ihmal etmedi. Perdeler açılmış beyaz koltukların üzerine güneş ışığı vuruyordu. Lassie gidip televizyonu açtı “Telefonunu da aradım ama açmadın.” diye yanıtlamıştı bu sırada Serena onun sorusunu. “Ah pardon, Elanie bugün iyi tarafından uyanmış sanırım, müzik açtı odada gürültüden duymamışımdır.” El yordamıyla koltukların aralarına, masaya, sehpalara bakıyor; kumandayı arıyordu. “Peki o zaman. Baksana, bugün bize geliyor musunuz?” İşte, kumanda orada, hemen televizyonun yanında duruyordu, nasıl olmuştu da görmemişti? Gidip onu eline aldı ve kendini üçlü koltuğa bırakıp boylu boyunca uzandı, “O benim aklımdan tamamen çıkmıştı, neyse sorun yok, Elanie ve Andy’yi kollarından tutup gelirim ben.” dedi kanallar arası sıkıntı içinde gidip gelirken... Bu sırada mutfaktan Andy’nin seslendiğini duydu “Bugün beni hiçbiryere götüremezsin, Donette ile buluşacağım!” TV’de güzel bir çizgi film bulmuş onu gözlüyordu Lassie, bir yandan da kulağı telefondaydı. “Of ya...” dedi iç çekip, Serena hemen “Ne oldu?” diye sordu, bezmiş gözlerle etrafına bakınan Lassie “Andy gelmiyor.” diye yanıtladı, ve Serena’nın sebebini sormasına fırsat bırakmadan açıkladı “Kız arkadaşıyla buluşacakmış, hiç şansımız yok.” bir iki saniye bekledi, “Ben de dünden beri neden bizi evden kışkışlamaya çalıştığını düşünüyordum.” diye sonlandırdı sözlerini. “Eve mi atacak?” diye sordu Serena; Lassie’ninkiyle neredeyse aynı bıkkın bir tonda. “Büyük bir ihtimalle öyle olacak, çıkarken odamızın kapısını kilitlemeyi unutmamalıyım. Geçen sefer Rudolph’un Elanie’ye hediye ettiği kırmızı müzik kutusunu sevgilisine vermişti.” dedi sinirle, “Anlamıyorum ki, en fazla üç hafta çıktığı şu kızlara bu kadar emek harcamaya değer mi?” yandaki tekli koltuğa kolunu uzatıp küçük, yumuşak yastıklardan birini aldı ve başının altına yerleştirdi “Boşver gitsin,” dedi Serena’nın sesi. “Neyse, şimdi kapatıyorum. Çok geç kalmayın, tüm evi kendim boyamak istemiyorum.” dedi hafif bozulmuş bir sesle, ve Lassie bu ses tonunun sebebinin, tüm evi boyama işini Serena’ya bırakıp iki haftalık tatile giden anne ve babası olduğunu biliyordu. “Tamam,” dedi yatıştırıcı bir edayla “başka kimleri çağıracaksın?” Kısa bir aralıktan sonra Serena “Bilmiyorum bakarım.” diye yanıtladı, anlaşılan düşünmüş ama pek bir isim gelmemişti aklına, ona bu yorucu işte yardım edecek. “Hoşçakal.” dedi, Lassie de aynı kelimeyi tekrarladıktan sonra. Telefonu hemen yanına bırakıp televizyonun sesini sonuna kadar açtı. Tahmin ettiği gibi az sonra izlediği çizgifilmin sesini duyan ikizi koşarak merdivenlerden indi ve halının üzerine bağdaş kurup seyretmeye başladı. Sırtını döndüğü salonun geri kısmından Andy’nin kahvaltı hazırladığına dair takırtılar geliyordu. Lassie yavaş yavaş gözlerinin kapandığını hissetti...

    Gözlerini tekrar açtığında gecenin karanlığında, Hogwarts’ta, kendi binasının kızlar yatakhanesinde duvar kenarındaki yatağında yatıyordu. Bacaklarını kendine çekmişti, gözleri ve yanakları ıslaktı, aynı yağmurun ıslattığı pencerelerden görünen Quidditch sahası gibi bulanıktı gördüğü herşey. Bir kez daha o günü görmüştü rüyasında... İkizini son gördüğü, ona son sarıldığı, onunla birlikte son şarkı söylediği günü. Rahatsızca yatağında döndü ve tavanı seyretmeye başladı, bir yandan da gözyaşları hala yüzünün kenarlarından aşağıya süzülüyordu. Şimdi uyumak, dünyada yapmak isteyeceği en son şeydi... Çünkü yine o günü, o güne ait başka anılarını görmekten korkuyordu. Ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve bir iki defa burnunu çekti. O her ne kadar direnirse dirensin göz kapakları onu yenecek gibi görünüyorlardı, ve öyle de oldu. Bir iki saniye sonra Muggle hastanesinin koridorlarında koşturuyordu.

    “İkizimi görmek zorundayım! Elanie’yi bulmak zorundayım!” peşindeki onca doktora, annesine, babasına, arkadaşlarına ve Andy’ye yakalanmamak için titreyen bacaklarının el verdiğince koşuyordu. O anda süpürgesinin yanında olmasından daha çok isteyeceği bir şey var ise; o da Elanie’nin başına gelenlerin gerçek olmadığını duymaktı... Merdivenlerden hızla en alt kata indi. Hastanenin geri kalanına karşın bu kat loştu, duvarlar beyaz yerine griydi ve yer altında olduğu için büyük pencerelerden giren ışıklar yerine tamamı ile floresanlarla aydınlatılmıştı. Lassie’nin Morg’a ulaşmadan önce altından geçtiği son iki ışık garip cızırtılar çıkartıyor, olur olmaz yanıp sönüyorlardı. Ve sonunda Morg yazısını gördüğünde olduğu yerde saplanıp kaldı, hemen omzundan geriye göz attı, peşinde koşanlar henüz merdivenlerden inmişti. Lassie hızla kapının koluna yapıştı, ama buz gibi kapı kolu açılmıyordu, kilitli olmalıydı.

    Lassie cebinden asasını çıkarttı ve kapıya doğrultup “Alohamora!” diye çığlık attı. Kapının kilidinin açıldığına dair kısa bir ‘Tık’ sesinin ardından tekrar kola yapıştı, kapı ardına açıldı; içeri girmeden asasını bu defa koridorun yarısını aşmış olan insanlara doğrulttu ve hızla “Aresto momentum.” kelimeleri döküldü dudaklarından. Şimdi oradaki insanlar, normal bir yürümeden bile yavaş bir şekilde koşmaya çalışırken o da içeriye girdi ve kapıyı ardından kapatıp “Colloportus.” diye az önce açtığı kilidi baştan büyüledi. Önündeki büyük kapakları olan dolaba baktı. İçerideki korkunç koku ciğerlerine doluyordu. Dolabın kapaklarının önüne geçip tek tek isimlerini okumaya başladı... Ve işte oradaydı! Sağ taraftan ikinci, en alttaki kapakta ‘Elanie Ciffoni-Trafik Kazası’ yazılı büyük, beyaz bir etiket vardı. Morg’un kapısının kolundan bile soğuk olan dolabın kulbunu sıkıca tutup çekti.

    Beyaz örtüyle kaplanmış, kendisi kadar uzun bir insan bedeni... Lassie hayatında o ana kadar hiç bu kadar berbat hissetmediğini düşündü. Canı yanıyordu, önünde diğer ölü insanlarla birlikte Morg’da yatan onun ikiziydi. Yavaşça örtüyü çekip cansız bedenin yüzünü açtı, ve ikizinin kireç rengine dönmüş, kaskatı, ifadesiz yüzü ortaya çıktı. Turuncuya dönük koyu sarı saçları başının hemen yanında toplu duruyordu. Gözleri fazla mor far sürmüş gibiydi... Şu anda ikizinin sadece saçma bir makyaj yapıp karşısına çıkmış olmasını öyle çok isterdi ki. Dudaklarındaki kırmızı renk yok olmuş, gözlerindeki morla aynı tondaydı ve yüzünün her yerinde büyük cam çizikleri vardı. Onlar bile öyle cansız duruyorlardı ki, yaraları açsan içinden kan çıkmaycaktı. Lassie elini onun yanağına koyup yaraları üzerinde gezdirdi, bir yandan da uyanmasını umut ederek “Elanie...” diye mırıldandı. “Elanie, konuş benimle.” Ama ikizinde hiç kıpırtı yoktu. Orada geçirdiği her saniye gerçeğin daha çok farkına varıyordu, ve bu Lassie’nin yaşama isteğini öldürüyordu. Elini Elanie’nin yüzünden çekmeden diğer eliyle beyaz örtüyü biraz daha açtı, ve Elanie’nin boynundaki kırık kemiği farketti... Sağ taraftaki köprücük kemiği derisinden fırlayacak kadar öne çıkmış, sipsivri duruyordu. Kemiğin bir kısmı da yokmuş gibi içeriye göçmüştü. Elanie elini bu defa da oraya dokundurdu. Sonra geri çekti, asasını bir kez daha kaldırıp kırık kemiğe doğrulttu ve “Episkey.” diye fısıldadı, artık sesi çıkmıyordu, konuşacak hali yoktu... Asasından çok güçsüz bir ışık çıktı; az sonra kemik bir çatırtıyla düzeldi ve normal bir görünüm aldı. Kemiğin kıpırtısıyla Elanie’nin vücudu da sarsılmıştı. Bunun üzerine Lassie kısık seninin el verdiğince çığlık attı. “Elanie, hadi uyan, lütfen. Bilmiyor musun benim sensiz yaşayamayacağımı?” ama Elanie hiç karşılık vermiyordu, vermeyecekti de...

    Lassie orada durup kardeşini izliyor, onun saçlarını okşuyordu, soğuk yanaklarını öpüyor ve büyüyle ufak tefek yaralarını iyileştiriyordu. Ara sıra durup 'Exhilaro' büyüsünü tekrarlıyordu, etki etmeyeceğini bile bile... Bu sırada dışarıdaki büyünün etkisinden kurtulanlanlar kapıya ulaşmış ona sesleniyor, kapıyı açmasını, dışarı çıkmasını söylüyorlardı. Ama onun umrunda değildi. Sonsuza kadar orada kardeşiyle kalabilirdi... Büyü nedeniyle kimse kapıyı açıp içeriye giremiyordu, kapının açılması için başkaları da getirilmiş, dışarıdaki kalabalık hayli artmıştı.

    Lassie bir an için ikizini St. Mungo’ya götürmeyi düşündü. Belki de orada onu hayata döndürebilirlerdi. Ama bir iki saniye sonra oraya gidemeyeceği geldi aklına. Sonra birer birer az önce yaptığı büyüler. Yaklaşık yirmi dakikadır kuralları çiğniyordu, dokuz-on kadar Muggle büyü yaptığını görmüştü. Bunlardan üçü aile bireyleri olduğu için büyücü olduğunu biliyorlardı. Ama geri kalanlar eğer olanların farkına vardılarsa -ki varmamış olmaları gibi bir ihtimal var ise o da peşinden gelen tüm doktorların şizofren olmasıydı- hayatlarının en büyük şoklarından birini geçirmiş olmalılardı. Birden bire kendine geldi ve etrafına bakındı, her an bakanlıktan birileri onun yanına varabilirdi, ya da birden Morg’un havalandırmasından içeriye Hogwarts’tan atıldığını bildiren bir çığırtkan girebilirdi. O ana kadar beynini, vücudunu kendisi kontrol etmiyormuş gibi hissediyordu, sanki başka birisi vardı içinde. İkizini aceleyle bir kez daha yanağından öptü ve cep telefonunu çıkartıp Muggle işi, beceriksiz bir fotoğrafını çekti... Bu fotoğraf sonsuza kadar onunla kalacaktı.

    Örtüyü tekrar örtüp dolabı kapattı ve gidip en köşedeki duvara sırtını yasladı. Sakinleşmeye çalıştı, hıçkırıkları kesildiğinde “Salvio Hexia.” dedi, büyü tamamlandıktan sonra asasını Morg’un kapısına yöneltip karşı büyüyle kilidi açtı. İçeriye anında on dört - on beş kadar insan doldu. Hepsi etrafa şaşkın şaşkın bakınıyorlardı. Bir tanesi gidip Elanie’nin dolabını açtı ve içini kontrol etti. Lassie sakince hepsini sersemletti. Onlar yavaşça yere yığılırken durduğu yerden hiç kımıldamadı. Hepsinin büyünün etkisinde olduğundan emin olunca “Obliviate.” diye mırıldanıp son yarım saati anılarından sildi... Bu büyüde başarılı olup olmadığından emin değildi. Ama kalıp bunu kontrol edecek vakti yoktu. İşi bittiğinde yerde yatanları dikkatle aştı, tam son adımını ardına bakarak atıyordu ki ayaklarının altında bir çıtırtı duydu. Doktorlardan birinin yere düşen gözlüğüne basmıştı ve gözlük parçalarına ayrılmıştı... Hemen ayağını çekti ve “Repero” diyerek gözlüğü onardı. Sarışın, pek de uzun boylu olmayan hafif toplu bir hemşirenin bedenini zorla yerde evirip çevirdi ve üzerindeki beyaz gömleği çıkartıp kendi üzerine giydi. Cebindeki tokasıyla saçlarını hiç yapmayacağı bir şekilde başının üzerinde toplayıp uçlarının suratına düşüp gözlerini kapatmasını sağladı. Odadan çıkarken koridordan gelen birinin olup olmadığını kontrol etti, içeridekilere asasını doğrultup “Çözül.” dedikten sonra duvar kenarından süratle merdivenlere kadar yürüdü, merdivenleri çıkıp asansöre ulaştığında üzerindeki gömleği ceketmiş gibi koluna astı ve saçlarını açtı. Hiçkimse birşey anlamadan hastaneden çıkmayı başarabildi ve kendisini yakınlarda, hasta yakınlarının yatılı hastaları ziyaret ettiği, yaşlıların ve sakatların hemşirelerle dolaştığı çimen ve ağaçlarla dolu parka atıp yaşlı bir ağacın altında ağlamaya başladı.

    Öyle kuvvetli hıçkırıyordu ki nefesi tıkanmıştı, birden gözlerini tekrar karanlık yatakhanede açtı. İlk işi yorganını suratına kadar çekip hıçkırıkları dinene kadar beklemek oldu. Biraz olsun sakinleştiğinde yorganı üzerinden savurup yatağından kalktı, başucundaki asasını eline alıp yatakhane çıkışına kadar yürüdü, kapıdan taş merdivenlere çıktığında “Lumos.” diye mırıldandı ve asasından çıkan ışıktan yardım alarak yavaş yavaş ortak salona indi. Ortak salon sıcaktı ve hafif bir tütsü kokusu vardı, büyük ihtimalle yine üçüncü sınıftan kendini gelecekten sinyaller alma işine fazla kaptıran birileri uyumadan önce Kehanet ödevi yapmışlardı. “Nox.” dedi, hafifçe aydınlatılmış ortak salonda daha fazla ışığa ihtiyaç yoktu. Alevleri sönmüş olsa da içinde hala kırmızı ve belli ki sıcak közler bulunan şöminenin yanına gitti ve yerdeki minderlerden bir tanesinin üzerine oturup başını hemen sol tarafındaki masanın ayağına yaslayıp gözlerini kapattı. Nasıl olup da hala Hogwarts’ta olduğunu merak ediyordu... Sonra aklına St. Mungo’da geçirdiği muayene, zihinsel hasar gördüğüne dair verilen rapor, ve sonra da Muggle hastanesinde ilaçlarla uyutularak geçirdiği yaz tatili geldi. Bunlar hiçbirşeydi, o asıl hala hayatta oluşuna şaşırıyordu. Elanie aklına her gelişinde yaşamına son vermek için yeni bir yol buluyordu... Şu anda Mızmız Myrthle’ın tuvaletine gidip kendini boğmayı öylesine istiyordu ki. Ama okulun içinde olduğu sürece mutlaka birisi onu bulup kurtarırdı.

    Asasını koluna doğrultup “Aqua erecto.” dedi ve asasının ucundan çıkan su doğruca koluna döküldü. Lassie acı içinde kolunun üzerine yattı ve asası yere düştü, az önce asayı tuttuğu elini yumruk yapmış halıyı dövüyordu şimdi. Gözleri ve dişlerini sıkmıştı acıdan. Ama Elanie’nin düşüncesinin beyninde cisimlenmesindense böyle acı çekmek çok daha iyiydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Raise
Site Kurucusu
 Site Kurucusu
Raise


YS, My Love!
Mesaj Sayısı : 232
Yaş : 32
Banka Hesabın : 1000000045
Kayıt tarihi : 29/08/09

Lady Pamelia Cauas. Empty
MesajKonu: Geri: Lady Pamelia Cauas.   Lady Pamelia Cauas. AakahcÇarş. Haz. 29, 2011 11:56 am

Kurgunu beğendim. Gerçekten hoştu. Anlatımını da iyi buldum. Fakat çoğu rol oyuncusu gibi sonunu hızlıca geçiştirmişsin. Lassie'nin o andaki ruhsal durumunu, düşüş anında hissettiklerini betimleyerek daha geniş bir bitiş yapabilirdin. Renklendirme hoştu. Gerçekten beğendim. Bazı yazım hataların vardı. Örneğin; "farketmişti", "hiçbiryere", "çıkmaycaktı", "floresan", "kurtulanlanlar", "Repero", "Hiçkimse", "birşey" Onların dışında hoş bir roldü.

Betimleme: 28 / 30
Paragraf Düzeni: 5 / 5
İmla Düzeni: 6 / 10
Anlatım: 37 / 40
Kurgu: 15 / 15


91, Tebrikler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://kayipgelecek.roleplaylife.net
 
Lady Pamelia Cauas.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Başlangıç :: Role Playing Game :: Seviye Belirleme-
Buraya geçin: