Hafif müzik balo salonunun duvarlarındaki en ufak oyuğa dahi dolup artarak geri dönüyordu. Ortada bulunan birkaç çift üzerlerinden asalet pırıltılarının dökülmesine izin vererek yavaş ve şık hareketlerle dans ediyor, ağırca dönüyorlardı. Birkaç genç leydi ayakta durup dedikodu yapıyor, kendilerini dansa kaldıracak yakışıklı bir lord bekliyorlardı. Kapıdan giren beklenmeyen misafir meraklı mavi, yeşil, kahverengi gözlerin oyma işlemeli meşe kapıya yönelmesine neden oldu. Kulakları dolduran keman sesleri, gözleri dolduran bu misafirin görünüşüne daha da büyülü bir hava, yakışıklılığının yanına daha da gizemlilik ekliyordu. Gözler kolay kolay üzerinden çekilmeyecekti ancak o, asil adımlarıya davet sahibinin yanına doğru yürümeye başladı. Gri gömleğinin üzerine giydiği beyaz yelek ve dağınık sarı saçlarıyla Alexander, daha önce olduğundan farklı olmayarak, muhteşem yakışıklılığını tüm konukların gözlerini doyurmak için bahşediyordu. Etraftaki sayılamayacak kadar çok ihtişamlı şeylerin arasında yücelen bir Tanrı'ydı sanki Alexander, onu böyle düşünmek herkesin tercih edeceği bir şeydi. Ancak onun bu Tanrısal yüzü bile yanına gelen lordunki yanında sadece bir 'hoşluk' olarak çizilebiliyordu akıllara. O lord, tanımlanamayacak asillikle, tanımlanması neredeyse imkansız görünümüyle herkesin beynine öyle silinmez anılar kazıyordu ki salondaki herkes ne gözlerini ondan alabiliyor, ne de bu parlak ışığa bakabiliyorlardı. Bu Tanrıların Tanrısı görünüşlü lord Alexander ile samimi bir selamlaşmanın ardından kısa adımlarını birkaç kez geriye attı ve Alexander'ı, sanki onu yıllardır görmemiş gibi, süzmeye başladı. Alex ise arayı bir adımla kapatıp " Aaron, dostum! " dedi. " Senin gibiyim, hiç değişmedim. " Lordun inanılmaz alevleri içine alacak, dinmez yangınları söndürecek ululuktaki gözleri kocaman, sanki herkesi içine alacakmışçasına, açıldı. Bir kez daha görmek istiyor gibi dolandı zarif ve hızlandırılmış adımlarıyla Alexander'ın etrafında. Konuklar ise ikisine hayatlarında görebilecekleri en mükemmel manzarayı izlermiş gibi, gözlerini kırpmadan bakmaktaydılar. Keman sesi, ulu görüntüye kusursuzluk katmaya devam ediyordu. Alex, hoş kahkahasını duvarları doldururcasına yüksek bir sesle attıktan sonra boğazını temizleyerek Aaron'a döndü. Bu kez kusursuz kaşını havaya kaldırması Aaron'dan bir söz ya da hareket beklediği içindi. Dağınık saçlarını hafifçe gözlerinin önünden çeken Aaron büyüleyici gözlerini tatmin olmamış bir şekilde Alexander'ın üzerinde gezindirdi bir süre. Daha sonra bir meleğinkinden daha güzel, hiçbir notanın yarışamayacağı ilahi sesiyle konuşmaya başladı: " Constant! Aynaya bakmayı mı unuttun yoksa o güzel gözlerin göremeyecek kadar körleşti mi? " Ardından binlerce insanın günlerce kendine gelemeden kalmasını sağlayacak kahkahasını havaya bıraktı. İçeride bulunan herkes bir an kendini kaybetmiş gibi olsa da bu muhteşem sahneyi izlemekten vazgeçemediler. Alex, ufak kahkahasının ardından gözlerini salonda gezdirdi. Birini aradığını fark eden gözlerin sahipleri " Acaba beni mi arıyor? " ümidiyle kendilerini belli etmeye, parmak uçları üzerinde yükselmeye başlamışlardı bile. Oysa O, oyuncağını bulamamış gibi bir üzgünlükle bıraktı etrafını süzmesini. O sırada başka bir pürüzsüz, sevecen ses yükseldi kulaklara dolar şekilde: " Kime bakmıştınız, abiciğim? " Aradığını bulmanın sevinci gözlerinde parlayan Alexander hışımla arkasına döndü ve kız kardeşinin o güzel yüzüne baktı birkaç saniye hayranca. Kim olsa böyle kalırdı onun yerinde, genç kızın güzelliği öyle büyüleyiciydi ki. Alex babacan tavırlı sesiyle " Sana, tatlım. " dedi. Oldukça nazik davranmaya çalışırdı kız kardeşinin yanında, bu kız gözbebeğiydi onun. Mystée gülümseyerek karşısındaki tanrısal yüze dönüp selam verdi. Aaron gözlerine dolan büyülü güzelliğe inanamıyor, gözlerini kırpıştırma gereksinimi duyuyordu şimdi. Alexander dolu dolu, yoğun bakışmanın arasına girip kız kardeşi ile eski dostunu tanıştırmak için bir girişimde bulundu: " Bu benim çok eski bir arkadaşım Mystée, adı Aaron. Aaron, bu güzel genç kızın kız kardeşim olduğunu hatırlıyorsundur umarım. " Aaron başını çevirmek istememesine rağmen Alexander'a döndü ve titremek üzere olan sesiyle konuşmaya başladı. " Ah, dostum. Genç bayan o kadar büyümüş ve güzelleşmiş ki onu yıllar önce gördüğüm haliyle anımsamam olanaksız. " Başını hafifçe eğdi. " Yeniden karşılaştığımıza çok memnun oldum genç hanımefendi. " Büyülenme sırası bu kez Myst'teydi. Kendini içine çeken gözlerin sahibine uzattı elini, nazik öpücüğünü elinin üzerinde hissetmek için. Dudaklarının yumuşaklığı onda öyle kalıcı bir his bırakmıştı ki dudakların değdiği yer yanıyor, derisine kazınıyormuş gibi bir his bırakıyordu. Alexander, olanlardan rahatsız olmuş ancak umursamamış görünmeye çalışan haliyle bu sahneyi bölmek üzere konuşmaya başladı. " Mystée'nin çok da büyüdüğünü düşünmüyorum. Belki de yıllardır hep gördüğüm içindir. " dedi ve ardından ufak bir kahkaha attı. Oysa Mystée ve Aaron dudaklarındaki hoş tebessümle sadece bakışmaktaydılar. Alex her ne kadar ikisini çok sevse de kız kardeşini böyle bir durumda görmek onu anlamsız ve garip duygulara sokmuştu. Kıskanma mıydı bu, yoksa sadece abilik dürtüsünün uyanması mıydı bilemedi. Sonra silkelendi, bunlar artık ona normal gelmeliydi. Mystée kocaman bir hanımefendi olmuştu artık. Boğazını temizleyerek dikkati üzerine çekmeye çalıştı. " Ben bir diğerleriyle ilgileneyim. Siz de tanışın. " Onları orada yalnız bırakarak hayatının bütününü değiştirecek bir hata yaptığından habersiz, kendi güvenli adımlarıyla diğer konuklarının yanına yürüdü umursamaz görünerek. Birbirlerinden gözlerini ayırıp konuşamayan Mystée ve Aaron için kader ağlarını hızla örmeye başlamıştı, ama yapılacak en küçük hatanın koskoca bir peri masalına gölge düşüreceğini kimse bilmiyordu.