Kahvaltı sofrasında geçirdiğim o saatlerde,günün sonuna doğru neler olcağına dair hiçbir fikrim yoktu. Olsaydı,şüphesiz ağabeyimin sorusuna farklı bir yanıtverirdim. “Acele et biraz,az sonra çıkacağız.” Tamam,kabul ediyorum. Teknik anlamda bu bir soru değildi. Ancak soru biçiminde ortaya atılmış olsaydı sanırım yine aynı hevesle kafamı sallardım.Ailede taptığım tek insandı. Anne ve babam biraz... Ne bileyim... Irkçımı? O dönemlerde bu kelimenin anlamını bilmiyordum,sadece dört yaşındaydım ve masanın ortasında duran reçele uzanmak için sandalyenin üzerinde ayağa kalkmam gerekiyordu. Boyum hala kısaydı,umrumda değildi açıkçası. Ne diyordum? Ha evet. Dediğim gibi melezlere ve muggle kökenlilere karşı algılayamadığım bir tepkileri vardı. Kesinlikle kötü insanlar değillerdi,gerçi hangi çocuk ebeveynleri hakkında olumsuz bir yorumda bulunur ki? Ergenlik döneminde değilse tabii.
Oldukça zengindik. Yemekler genelde bahçede,reçele uzanması daha da zor olan o büyük masada yenirdi. Fakat kış mevsimindeydik ve kar yağıyordu,ne kadar enteresan (!). Dolayısıyla içerde,şöminenin karşısında ısınarak kahvaltı ediyorduk. Ağabeyimin tetiklemesi üzerine pencereden kar tanelerine göz gezdirmeyi bırakıp olabildiğince hızlı yemeye çalıştım ve sizi temin ederim sırtıma vurmasa boğulabilirdim. “Ah,seni bekleyemeyeceğim Des.” Daha fazla oyalanmadan,sütümü kafaya dikip bıyıklarımı silme ihtiyacını bile hissetmeden sofradan kalktım. Annemin arkamdan bir sürü vıdı vıdı yaptığını,kemiklerimin iyi gelişemeyeceğini söylediğini duyuyordum. Fazlasıyla asi görünüyor gibiydim,en azından yaşıma göre. Ama aslında sadece Darren’a güveniyordum. Aramızda on yaş vardı –açıkçası annemlerin benim dünyaya gelmem için ne kadar bu kadar uzun süre beklediklerini hala kavrayabilmiş değilim. Ama yaş farkından hoşnuttum,çünkü o bana on dört yaşındaki birinin hayat tarzını aşılıyordu. İnatçıydı,bizimkilere ve etrafta kendisine diklenen herkese kafa tutardı,her zaman yapacak eğlenceli planları olurdu. Ve kimse,yaptığı herhangi bir hatadan ötürü onu suçlayamazdı çünkü o gençti ve hayatın tadını çıkarması gerekiyordu. Ben de peşinde kuyruk gibi dolanan kardeşiydim. Onun yanında hiçbir şeydim; ancak bu duyguyu bile yaşanması zevkli kılıyordu.
Annem çenesini kapatmış olsa gerek,kapıyı çarparak evden çıktığımdan ötürü–evet,tahmin ettiğiniz üzere bu hareket de Darren’a hastı- sesi kesilmiş de olabilirdi.Tanrım,yetişkinler çok fazla gereksiz sözcük kullanıyordu. Bu düşüncem hala geçerli.Daima açık ve net bir insan olmuşumdur. Metin olsam,kısa ve öz olurdum. “Hey,bugün n’apıyoruz?” Annemler çoğu zaman birlikte neler yaptığımızı bilmezlerdi. Hayır,asla yalan söylemedik. Nerede olduğumuzu daima bilirlerdi. Ne kadar uygunsuz olursa olsun. Fakat yaptıklarımızı gizlerdik. Onlar da sormazlardı,sanırım bilmek istemediklerinden. Bir defasında Darren evde kimse yokken araba kullanmaya çalışmıştı ve tampondaki izler babamın sandığının aksine annem arabayı park ederken olmamıştı. Gerisini kavrayın: Darren iyi bir sürücü değil.
“Ormana gidiyoruz.” Kar diz boyuydu ve onun arkasında bıraktığı izlere basarak ilerliyordum. Bu eskiden geliştirdiğim bir oyundu,zevkli olmaktan çok uzaktı ve aptalcaydı. Fakat bir şekilde,bir amacın olduğuna inandırıyordu seni. Olduğum yerde kalakaldım ve soğuk rüzgarın yüzümü yalamasına izin verdim. Kesinlikle korkak değildim,bundan daha tehlikeli işlere de bulaşmıştım. Ancak o an,neler olacağını sezmiş gibi anlık bir tereddüt yaşadım. Fakat bunun bir işaret olabileceğini aklıma getirmemiştim,ben yalnızca bir çocuktum. Omuz silkip adımlarını takip etmeye devam ettim. Anlaşılan bu defa arabayı almıyorduk. Sorun yoktu,çünkü orman fazla uzak değildi. Odamda görünen manzaradan öte bir şey beklemiyordum. Karla kaplanan yamaçların altında az çok seçilebilen yeşillikler. Ve ardı görünmüyor,sisle kaplı her yer. Ancak bugün hava sisli değildi. Ne şans!
Sürekli ayaklarımı incelediğimden –sandığınız kadar çekici değiller neden durmadan onlara baktığımı ben de bilmiyorum- geldiğimizin farkına varamamıştım. “Neden buradayız?” Çok fazla soru sorardım; ancak nadiren konuşurdum. Darren ben hariç küçük çocukları sevmezdi,çoğunlukla saçmaladıklarını düşünürdü. Ben de onun favorisi olabilmek amacıyla sesimi kısmıştım. Sadece üste çıkan bir merak duygusu vardı benliğimde,o da yersiz sayılmazdı. Bana kalırsa ormanın cezbedici hiçbir tarafı yoktu. “Birini arıyoruz.” Ah,sağol gerçekten çok açıklayıcı oldu. Peşinden yürümeye devam ediyordum ki birden duruverdi ve ben de ona çarparak dengemi kaybettim. Anlık bir sendeleme sonrası kendimi yerde buldum. Canım acımamıştı,karlar yumuşacıktı. “Vampirlere inanır mısın?” Bu sorunun üzerine olduğum yerde doğruldum ve üzerime bulaşan karları silkeledim elimle. Soruları ben sorardım,hey ne oluyor? Demek ki buraya geliş amacımızla bir ilgisi vardı. “Hayır. Onlar yalnızca hikayelerde ve korku filmlerinde olur.” Fazlasıyla bilgili ve kendinden emin konuşmaya çalışmıştım;ancak sözlerim onu güldürmekten öteye geçememişti. “Büyücülerin dünyasında yaşıyoruz ve sen tüm bunların gerçek dışı olduğunu öne sürüyorsun?” Biraz kırılmıştım açıkçası. Ama bence bu tipik bir zıtlık. Normal insanların tüm bunlara karşı sempati duyması gibi,ben varolduklarını reddederek kendimden uzaklaştırıyordum.Ama Darren farklı düşünüyordu.Fikir ayrılığı yaşamamızdan nefret ediyordum çünkü her daim beni eziyordu.Fark etmez,yine de onu seviyordum.
“Burada kalmanı istiyorum. Bu defa olabilecekler sandığın kadar eğlenceli değil. Benimle gelmen tehlikeli olur.” Bakın,bu da sıradan,korumacı,tipik bir ağabey örneği. Erkekler gerçekten gıcık oluyor bazen. Bunu o yaşlarda da kavramış olmam büyük başarı doğrusu.Ama o,her zaman böyle davranmazdı. Gerçekten durumun tehlikeli olabileceğini düşündüm,daha da önemlisi burası ormanın girişiydi ve daha güvenli bir alandı. Sözünü dinlemeye karar verdim.
Eğer bana,bir vampiri aramaya gittiğini söyleseydi boyuma posuma aldırmadan ona karşı durabilirdim. Engel olurdum,her şeyi yapardım. Anne ve babamı arayıp ispiyonculuk yapar ve bana asla güvenmemesine neden olurdum. Ama ne yaptığını bildiğini sanıyordum. Birkaç dakika geçti sanırım. Ardından yarım saat. Ve farkında olmadan,oturduğum ağacın altında uyuyakaldım. O korkunç çığlıkla gözlerim fal taşı gibi açıldı,hayatım boyunca asla unutmayacağım bir sesti. Darren olduğuna emindim;ancak inanmak istemiyordum. Çünkü duyduğum ses güçsüzdü,yardıma ihtiyacı vardı. Yankı yapıyordu,gözlerim yeni yeni açılmıştı ve havanın kararmakta olduğunu henüz fark ediyordum. Bu o olamazdı. Fakat yeniden duydum ve bu defa gerçekten o olduğunu anladım,çünkü adımı haykırıyordu. Zor da olsa kaçmamı söylediğini seçebildiğim o korkunç tınıdan tanıdım. Kan basıncım bir anda artmış,avuçlarımda ter damlaları birikmeye başlamıştı. Kaçamazdım;ancak sesi iki kez duymuştum ve uyku sersemi olduğum için hangiyönden geldiğini kestirememiştim. Yardım etmeye gidemezdim,sonra düşündüm. Küçücüktüm,elimden ne gelirdi ki? Dediğini yapmanın en mantıklı alternatif olduğuna karar vererek,geldiğimiz yönden var gücümle koşmaya başladım.
Yaşıma göre hızlı koşuyordum ve tempom bozulduğu anda nefesimin
kesileceğini,dengemi kaybederek düşeceğimi biliyordum. Bu nedenle kuru ağaç dallarının yüzümü çizmesine,ciğerlerimin daralmasına ve soğuk havanın boğazımdan içeri girerek berbat bir yanma hissi oluşturmasına göz yumuyordum. Ne yapacağımı biliyordum; fakat zamanım dardı.
Eve haber vermeliydim; ancak varamazdım. Gidebileceğimden ötedeydi,asla zamanında yetişemezdim. Telefon kulübesi olmalıydı,ha? Evet,ormanın çıkışında bir telefon kulübesi.Tam da yeri. Tanrım,çok aptalım. Sabahtan beri hiçbir şey yememiştim. Korkmuştum,yorgundum,uykusuzluktan göz kapaklarım düşüyordu. Ve zihnimi gereğinden fazla çalıştırıyordum. Yere yığıldığımı hatırlıyorum; fakat uyandığımda asla uyanmamış olmayı dilemiştim.
***
O günün devamını fazla hatırlayamıyorum. Ailem merak ederek yola çıkmış sanırım,polis falan da devreye girince beni bulmuşlar. Yarı baygın olduğumdan ben de olanları tam anlamıyla açıklayamamışım. Ağabeyimden geriye kalan yalnızca karı kırmızıya boyayan kanıydı. Elbette bu manzaraya ben tanık olmadım,olmadığım için şanslıyım. Her gün onun döneceği anı bekledim; fakat diğerleri gibi ben de ölmüş olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım ve o gün için kendimi hiçbir zaman affetmedim.