Sabahın erken saatinde anlamsız ve boğucu bir kâbusla uyanmıştı. Her zamanki gibi; o kahrolası, zekâdan yoksun dağ trolleri... Cecilia'yı yine kilometrelerce, dar patikalarda, karanlıkta kovalamışlardı, hava soğuktu ve ağzından sıcak nefesi buhar şeklinde çıkıyordu. Ah üstelik bir tane de değildi, üç dağ trolü kovalıyordu. Arkasına bakamıyordu ama anlamsız seslerle bağırdıklarını duyabiliyordu. Her bağırdıklarında irkiliyor ve daha hızlı koşmaya çalışıyordu. Eline baktığı zaman asasının sallandığını gördü. Tabii koşmasının etkisinin dışında eli de inanılmaz şekilde titriyordu. Biraz daha güçlü olmalıydı, korkusuna karşı koymalıydı ve tam bunu düşündüğü sırada, "Güm!" bir trol tarafından ezilip, yataktan fırlarcasına kalkıyordu. Neyse yine bu sabaha dönersek, her şey A Y N I Y D I!
Tuvalete sarsak adımlar atarak ilerledi. Kapıyı isteksiz bir şekilde derin bir nefes alarak açtı, sanki dünyanın en zor işiymiş gibi. Aynaya baktığında yüzünün bir zombi kadar soluk, ifadesiz olduğunu gördü. Eğildi ve yüzüne bir kaç defa su çarptı. Aman tanrım su buz gibiydi ve Cecilia'yı kendine getirmeye yetti. Sonra aynaya tekrar baktığında yüzünün biraz daha canlandığını düşündü. Aynanın karşısında biraz gerindi, esnedi ve kafasını yana eğip kendine bir kez daha baktı. Ardından aynanın hemen yanındaki dolaptan, hiç eksilmeyen bakım ürünlerinin içinde el kremini kolayca buldu ve eline birazcık alıp, ellerine yaymaya başladı. El kreminin kapağını dikkatli bir şekilde kapatıp, yerine koydu. Sonra arkasını dönüp aşağıya indi. Tırabzanda asılı bir not buldu ve umursamaz bir tavırla çekti. Elinde kâğıt, ağzında favori şarkısı, mutfağa sallanarak gidiyordu. Bugünü farklı kılacak bir şeyler olsun diye yalvarıyordu içinden. Mutfağa gelince elindeki notu tezgâhın üzerine bırakıp doğruca buzdolabına ilerledi. Karnını doyurması gerekiyordu birazcık mantıklı düşünebilmek için. Sandviç ekmeği ve üzerinde bir not daha öbür notu da henüz okumamıştı üstelik. İlgisini tekrar sandviçte ki nota çekti ve sandviçi dolaptan çıkardı yanında da portakal suyunu alıp buzdolabını ayağıyla kapattı. Her şeyi tezgâha bırakıp notu eline aldı, ablasının o inci gibi yazısı hemen kendini belli ediyordu "Sandviçini ye tatlım, kusura bakma bugün erken çıkmak zorunda kaldım. Seni çok seviyorum canavar. -Vale." Eh, ne yapabilir ki? Ablası oyuncuydu böyle ani erken gidişler alışageldik olmuştu artık. Arkasındaki dolaptan bir bardak alıp bardağın yarısına kadar doldurdu. Bardaktan yavaşça bir yudum aldı ve diğer nota uzandı. Tabii ki not Valeria tarafından bırakılmış olacaktı. Baygın bakışlarla notu ilk başta süzdü, çok fazla şey yazmamıştı okumanın ne zararı olabilirdi? Valeria bu sefer hızlı yazmıştı anlaşılan. Çünkü bu sefer yazı eskisi kadar düzgün değildi. Eleştirisel düşüncelerini sonraya sakladı ve nihayet notu okumaya başladı. "Umarım bu notumu okursun tatlım, çünkü senden istediğim birkaç şey var. Ben eve gelmeden önce şömineyi yakıp, Phylis'i dışarı çıkarıp, salonu ve odanı biraz toplar mısın? Çünkü ev çok dağınık ve ben senin yardımın olmadan yetişemiyorum. Birazcık yardımın zararı olmaz. Biliyorsun ki seni çok seviyorum. Kocaman öptüm. -Vale.". Notu okuduktan sonra tezgâhtan destek alır gibi durdu ve gözlerini devirdi. İç çektikten sonra sandviçinden kocaman bir ısırık aldı ve midesine bir şey girmesinin mutluluğuyla sevimli bir şekilde gözlerini kapayıp gülümsedi. Bir kaç lokma daha ve sandviçi bitirdi. Ardından sevgili ablacığı Valeria'nın isteklerini yerine getirmek için hoplaya zıplaya salona gitti. Sonra kapıda durdu ve biraz etrafa kulak kabarttı. Boş evin içinde Phylis'e seslendi ve seslenmesiyle birlikte arka odaların o taraftan pati sesleri gelmeye başladı. Yine ne yaramazlıklar peşinde olduğunu düşünerek, gözlerini devirdi ve bu sefer Phylis'i rahat bıraktı. Şömineye ilerleyip önünde hafifçe diz çöktü. Salon epey soğumuştu ama şöminenin önü hala sıcak denebilirdi, gerçi odunlar yanıyordu ama bu kadar da ısı vereceğini tahmin etmemişti. Her neyse bir kaç odunu şömineye dikkatlice yerleştirdi, ardından hava pompasını eline alıp biraz ateşi canlandırdı. Ara sıra geri dönüp bu işlemi tekrar etmesi gerekiyordu. Aman ne sıkıcıydı. Sonra odasını toplayıp, Phylis'i bulmak için çöktüğü yerden kalktı. Giderken müzik çaların açma tuşuna bastı ve radyoda çalan hareketli müzik eşliğinde salondan ritmik dans adımlarıyla çıktı.
Merdivenin arkasındaki odalardan hala pati sesi ve Phylis'in heyecanlıyken çıkardığı soluk alıp-verme sesi gelmekteydi. Odaya girdiğinde köpeğin yine bela açtığını tahmin ediyordu ama bu kadarı da fazlaydı. Odanın altını üstüne getirmeyi bir kenara bıraktı ve bir iki yastığın haşat olduğunu gördüğü zaman Phylis'e Fransızca bir şeyler bağırdı. O kadar kızmıştı ki, gözlerinden ve yüzünün domates gibi kızarmasından bu kızgınlığının ne denli çok olduğunu anlardınız. Sonra köpeğin gözlerinin içine bakarak ve parmağıyla dışarı hareketi yaparak, köpeği odadan kovdu. Sonra mutfağa omuzları öne düşmüş bir halde gitti ve çöp poşeti aldıktan sonra odaya geri döndü. Yerdeki kuş tüylerini toplamaya başladı ve bir yandan da canı sıkılmasın diye ağzıyla şarkıya eşlik ediyordu. Muggle işi temizlik daha çok hoşuna gidiyordu, ona daha cana yakın gibi geliyordu.
İşi bitince saatine baktı ve "Vay canınaa!" demesi bir oldu. Çünkü saat tam anlamıyla 16.38'di. Erkek arkadaşının gelmesine az kalmıştı. Son kez etrafın toplu olup olmadığına bakındı ve bir kaç dağınıklığı da topladıktan sonra odasına doğru koşar adımlarla gitti.