Karanlık ve en az karanlığı kadar soğuk bir geceydi. Christopher, ormanın içindeki uzun yürüyüşüne son verip evine geri dönmüştü. Beyni onu eve getirmeye zorlasa da kalbinin derinliklerinden ormana dön diyen bir ses vardı. O sese karşı gelmekte zorlansa da sonunda başarmış ve eve dönmüştü. Gecenin dördü olmasına rağmen uykusu yoktu. Kendini koltuğa attı ve onu düşünmeye başladı. Onu düşünmeyi gerçekten istiyor muydu yoksa istemiyor muydu? bu soruyu kendisi bile cevaplıyamıyordu. Ama şunu biliyordu ki her an aklında o vardı. Dolaşırken, otururken, uyurken hatta toplantılarda bile aklından çıkaramıyordu. Her yere döndüğünde onun yüzünü görüyordu ve bu onu deli ediyordu. İşte yine olmuştu istemeden yine onu düşünmeye başlamıştı hızla ayağa kalktı ve kapıyı sertçe açarak evden yeniden çıktı. İlk önce evinin çevresinde dolanmaya ve hala kalbinin derinlerden gitmek istediği ormana gitmemeye çalışıyordu. Neden ormana gitmek veya orada ne olduğuna dair hiç bir fikri yoktu. Sadece öyle istiyordu. Sonunda evinin kapısının önünde durdu. Kapıya doğru bir iki adım attı ve tekrar durdu. Neden oraya gitmek istediğini bildiği halde gidemiyordu? Christopher bir an duraksadı ve nedenini düşündü. Ama aklına sadece ve sadece tek bir şey geliyordu. Onun olmadığını bildiği halde düşünmeden edemiyordu. Acaba oradaki şeyden korkuyor muydu? Bunu düşündüğüne biran inanamadı ve sinirle kapıya yumruk atıp arkasını döndü. Ormanın derinliklerine bir bakış attı ve kalbinin hızla atmaya başladığını hissetti. Uzun zamandır böyle hissetmiyordu. Nedenini bilmeden gülümsedi ve ormana doğru emin adımlarla ilerlemeye başladı.
Ormanın iyice içlerine doğru gelmişti. Karanlık ormanda hiç etrafına bakmadan ilerliyordu. Ormana attığı ilk adımla birlikte mantığını bir kenara bırakmış sadece duygularıyla hareket ediyordu. Bu onun için büyük bir değişimdi çünkü uzun yıllardır sadece mantığını dinlerdi. Mantığı bir kenara bırakmanın rahatlatıcı bir şey olduğunu unutmuştu. Sanki üstünden bir yük kalkmış gibi hissediyordu. Bu sırada yüzündeki gülümseme hiç kaybolmuyordu. Şuan ağlasa bile yüz ifadesinin değişeceğinden şüpheliydi. Ormanın derinliklerine girdiğinde ışık kaynağı olarak hiçbir şey yoktu. Uzun ağaçlar ve onların geniş yaprakları ay ışığının girmesini bile engelliyordu. Ama bir kara elfi için toprak bir yolda kaybolmak diye bir şey söz konusu bile değildi. Ormanda ilerlerken biranda durdu. Hafif sağ çaprazında bir ağaç gördü. Ağaçlar için elflerde olduğu gibi bir alfa düzeyi olsaydı kesinlikle bu ağaç alfa olurdu. Ormanın o tarafına cılızca ay ışığı giriyordu. Christopher, yavaş yavaş ağaca doğru ilerlemeye başladı. Ağacın dibine kadar gelmişti ve elini uzatıp ağaca dokundu. O an derinden gelen bir sesle "Aethra" diye fısıldadı. Sonra ağacın biraz uzağında bir saniyeliğine de olsa onu gördü. Gerçekten gördü. Onun sarı saçlarını ve toplantılarda giydiği uzun beyaz elbisesini gördü. Ama sadece bir yada iki saniye görebildi. Onu tekrar görmek için etrafına bakınsa da etrafta kimseyi göremedi. Üzüntü ve sinirle karışık bir ses çıkararak olduğu yere çöktü. Kafasında binlerce düşünce vardı. Hangisine odaklanacağına şaşırmıştı. Gerçi hepsi Aethra ile ilgiliydi ama bir türlü hepsini bir araya toplayamıyordu. Ve bu onu deli ediyordu. Kafasında bulunan binlerce düşünceyle ağacın altında gözleri kapanmaya başladı. Ve on-on beş saniye sonra gözleri tamamen kapanıp uykuya daldı.
Ağacın altında huzurla uyurken doğan güneşin gözüne vurması sonucu isteksizce uyandı. Genelde uykularından hemen kalkardı ama bu sefer rüyasında o vardı. Rüyayı tam olarak hatırlayamıyordu ama onu çok net hatırlıyordu. Gece ormanın içinde gördüğü gibiydi. Bir süre etrafına baktıktan sonra gerindi ve gözlerini ovuşturdu. Ormanı şimdi daha net görebiliyordu. Sadece ağaçları değil. Ormanda yaşayan hayvanları da görebiliyordu. Sanki gece hepsi birden tıp oynuyor gibiydi. Ne hiç birini görmüş, ne de duymuştu. Ama şimdi her yerdeydiler. Ağaçlarda, yerde ve havada. Bu biraz şaşırtıcıydı. Sonra gözü dün gece Aethra'yı gördüğü yere takıldı. O anda kafası yine düşüncelerle dolup taşmaya başladı. Neler hissettiğini anlamak şuan zor değildi. Şuan ikilemdeydi ve bu onu deli ediyordu. Artık düşünceleri onu yormaya başlamıştı. Bir süre öyle hiç bir şey düşünmemeye çalışarak oturdu. Bunda kısmen başarılıydı da. Bu sessizlik ona birazda olsa huzur sağlıyordu. Yüzündeki gülümseme yeniden yerine geliyordu ki arkasından bir ses duydu. Normalde yapacağı hareket daha kim olduğuna bakmadan üzerine atlamak ve düşmansa onu oracıkta öldürmek olurdu. Ama şimdi sakince arkasını döndü ve onu gördü.
Aethra oradaydı. Gülümsemesi arttı ama aynı zamanda kafasından nihayet atmayı başardığı sorunlarda geri döndü. Bir an göz göze geldiler ve o birkaç saniyelik sürede Christopher'ın duygularını en anlayışız insan bile anlayabilirdi. İkisi birden donmuştu ama sonra birden ikisi de çözüldü. Christopher ayağa fırladı, Aethra ise yavaşça onun yanına geldi. Toplantılarda konuşan o güçlü kadının sesi yoktu şimdi “Se-selam…” Christopher'da daha iyi durumda değildi. Ne diyeceğini bilemiyordu ki Aethra bu sefer biraz daha yüksek sesle “Nasılsın?” dedi. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Hemen kendini toparladı ve yüzündeki değişik ifadeyi silerek gülümsedi. "Şey... sağ ol sen nasılsın?" bu kadar kibar olacağını söyleseler onlara sadece gülerdi ama şimdi haline bir baksanıza. Ne diyeceğine bilememesi dışında oldukça iyi sayılabilirdi. Şimdi ikisi de birbirlerine bakıyorlar ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Şimdi karşı karşıyayken anlamıştı ki duygularını inkar edemezdi ama söyleyemezdi de. Ne yapacağını bilmiyordu. Sadece ona bakıyordu ve onun buraya nasıl geldiğini merak ediyordu. "Sabahın bu saatinde burada ne yapıyorsun?" bunun çok mu kaba olduğunu düşündü ama olmadığına karar verdi yani öyle umdu.
Hadi ama bundan daha kötü olabilir miydi? Avuç içleri terliyor ve her an bayılacak gibi oluyordu. Ama o gözlere bakarken insanın bayılması oldukça doğaldı. Chris, onun gözlerine baktıkça derin düşüncelere dalıyordu ki bu onun her zaman yaptığı bir şey değildi. Daha doğrusu derin düşüncelere dalardı fakat savaş taktikleri için yada eğlence için uzun zamandır duygusal konuları düşünmemişti. İlk zamanlar bunun için çaba harcıyordu. Bütün duygusallığı kafasından silmeye çalışıyordu ve bunu uzun süren çalışmalar sonucu başardı. Ama kimse bunu kalbinden çıkarıp atamazdı. En iyi şekilde saklayabilirdi. O bunu seçti ve yıllar boyunca kalbinin derinlerinde sakladı ama artık saklayamıyordu kalbinde olanları dışarı vurmak, haykırmak istiyordu. Bu sırada göz temasını hiç bozmadı. Bozmakta istemiyordu zaten. Saatlerce böyle kalabilir ve onun gözlerinin derinliklerinde kaybolabilirdi. Bazen gerçekten duygusal ve romantik olabiliyordu. Nasıl oluyor ve nereden geliyor bilmiyordu ama oluyordu. Çoğu zaman boş zamanlarında yazılar yazardı fakat onu düşünmeye başladığından beri duygusallaşmış ister istemez yazılarının türleri de değişmişti. Eskiden girdiği savaşları yada kavgaları yazar ve eğlenirdi ama şimdi bir savaşı yazarken konu biranda değişip ona geliyor ve o sarı saçlarının güzelliğini, mavi gözlerindeki asaleti yazmaya başlıyordu. Onu kafasından atmaya çalışıyor ve bunu başarıyordu. Ama kafasından attığı her anı kalbine kazınıyor ve asla çıkmayacak şekilde orada saklanıyordu. Kalbinde asla silinmeyecekler bölümüne konmuştu ve gerçekten asla silinemiyordu. Bazen buna şükrediyordu. Sinirle onu kafasından uzaklaştırdığında gerçekten onu unutsaydı neler olacağını düşünmek dahi istemiyordu.
O bunları düşünürken Aethra'nın dudaklarından kelimeler bir şarkı gibi dökülmeye başlamıştı "Ah sadece bir... Sadece öylesine bir yürüyüş yaparken aklıma ağacım geldi. Şey sanırım bilmiyorsundur,genelde ağaçlarla konuşanlar bilir. O-arkalarındaki büyük çınar ağacını göstererek- benim ağacım.Ağaçlar ondan bahsederken Aethra'nın ağacı derler genelde. Ah,tabi bu bana ait olduğu anlamına gelmez,o da diğerleri gibi doğaya ait." onu dinlemek istiyor fakat ona hayranlıkla bakarken söylediklerini anlamakta zorluk çekiyordu. Konuşmanın konusunu az çok anlamıştı. Konuşmasını bitirince yavaşça araksını dönüp ağaca baktı. Güzel bir ağaçtı. Bir an Chris'i kendisine çeken acaba Aethra ile olan bağımı diye düşündü ama sonra böyle bir şey olup olmayacağını bilmediği için tekrar önüne döndü. Aethra konuşmasına devam etmiş ama chris sadece dinliyor gibi durmuştu. Sadece izliyordu. kendini bir an sapık gibi hissetti ve kendine geldi. Bu arada beklediği soru gelmişti "Peki ya sen ne yapıyorsun? Seni burada pek sık gördüğüm söylenemez." haklıydı. Ormanla içli dışlı biriydi ama ormanın buralarına hiç gelmemişti. Genellikle ormanının iç kısımlarını değil, köyüne yakın kısımlarını severdi. Hem orada antreman apabilir hem de acil durumlarda köyüne hemen ulaşabilirdi. Bunu düşününce bir anda aklına köyü geldi. Aklı olan hiç bir canlı oraya saldırmazdı ama köyünü bırakmayı sevmiyordu. Ama kendine yalan söyleyemezdi. Onu görmek için bırak köyü yalnız bırakmayı liderlikten bile çekilebilirdi. Yavaşça gülümsedi ve sesini ayarlıyıp konuşmaya başladı "Ormanın buralarına daha önce gelmemiştim. Kısa bir keşif turu yani." sesinde hiç olmadığı kadar sevecen ve kibar bir ses tonu vardı. Buna kendi bile şaşırmıştı. Onu tanıyan biri onu bu halde görse gülmekten yerlere yatardı. Kendini dışarıdan görse Chris bile kendini gülmekten alıkoyamazdı. Bir an kendi kendini dövmek istedi. İki dakika başka şey düşünemez hale gelmişti. O karşısındayken bile aklından başka bir şey geçiremez olmuştu. Yıllar sonra yeniden aşık olmuştu. Bu hatırladığı kadar muhteşem değildi. Ya da ilk günler olduğu için böyleydi. Ona açılırsa bunlar geçer miydi? Onu düşünmekten sıkılmamıştı ama onun kendisini düşünüp düşünmediği konusu yüzünden deli olacaktı. Aşk karşılıklı yaşandığında güzel oluyordu. Platonik aşk diye bir şey yoktu Chris'e göre. O sadece eziyetti.
Sonra tekrar ciddileşti ve normal sesi geri geldi. Tamamen eskisi gibi değildi hala içinde azıcık kibarlık vardı ama yine de sert bir ses tonuydu "Neyse seninle karşılaşmak güzeldi. Daha sonra görüşürüz." eğilip başıyla selam vererek yanından geçip uzaklaşmaya başladı. Ama köyüne doğru ilerlerlerken zaman yavaşlamış gibiydi. Her saniyede kafasından bir sürü şey geçiyordu. Niye oradan gittiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu ve gerçekten bir daha karşılaşıp karşılaşmayacaklarına dair. Geri mi dönmeliydi? Yoksa arkasına bakmadan devam mı etmeliydi? İşte bu kararsızlıktı onu bitiren. Bir kör gibi ilerliyordu ormanda. Gözleri onu görmek için delicesine arkaya dönmek istiyor fakat Chris inatla dönmüyor ve yoluna devam ediyordu. Acaba hala orada mıydı? Chris ani bir hareketle durdu. Artık kendini zorlamayacaktı. Durduğu kadar ani bir hareketle döndü ve seri adımlarla Aethra'ya doğru ilerlemeye başladı. Aynı yerde duruyordu ve Chris'e bakıyordu. Ne yaptığını bilmiyordu sadece yapıyordu. Kalbi hızla atıyordu sanki yerinden çıkacak gibiydi. Sonunda dipdibelerdi. Chris, onun nefesini hissedebiliyordu. Bedenleri birbirine yaklaştıkça dudakları da yaklaşıyordu. Orman sessizliğe bürünmüştü. Sanki tüm canlılar ikisini izliyor gibiydi. Bu sessizlikte Chris kalp atışlarını duyabiliyordu ve işte sonunda olmuştu. dudaklar birbiriyle birleşmişti. Chris heyecandan ölebilirdi. en son böyle hissettiğinde şimdiki yaşından nereden bakılsa bir asır daha gençti. Ama o zamanda mutluluk verici bir şeydi, şimdi de öyle.
Zaman Chris'e durmuş gibi gelsede onun yanında her saniyeyi değerlendiriyordu. Dudakları onun dudaklarından kopamıyordu. Eli vücudunda dolaşırken kendini durduramıyordu. Durdurmakta istemiyordu zaten. Bu anı bozacak hiç bir şey yapmaz ve yaptırmazdı. Bazen kendisini tanıyamıyordu. Şu mutlu anında bile kafasında ölüm ve dövüş vardı. Hayatın diğer güzelliklerini tamamen unutmuştu. Her güzel şeyde bir kavga arıyor, kavga ettikçe mutlu oluyordu. En azından bir süre için acılarını unutturuyordu. Başkalarına acı vermek, onları öldürmek acısını dindiriyordu. Sadece bir süre için. Daha sonra acı katlanarak geri geliyor ve bu sefer daha çok adam öldürüyor, daha çok kavgaya karışıyordu. Hayat onun için acı ve kavgadan ibaretti. Şimdiye kadar. Şimdi hayatı üçe arılmıştı. Acı, Kavga ve en önemlisi Aethra! Her zaman ölümünü savaş alanında kahramanca olacağını düşünmüştü. Ama şimdi anlıyorduki savaş alanında ölmek gerçek ölüm değildi. Gerçek ölüm, onunla olamamaktı. Acizce ve en korkunç ölüm. Yaşarken ölmek! dudakları birleştiği an bunu anlamıştı. Onu hiç bir kılıç, hiç bir büyü öldüremezdi. Onu tek bir şey öldürebilirdi: Aethra. Ve onun için ölmek bile Chris için bir ödüldü. Ama ölmek istemiyordu. Şimdiye kadar ölmek zerre kadar umrunda değildi ama şimdi... Korktuğundan yada kendini düşündüğünden değil sadece ve sadece onu istediğinden ölmek istemiyordu. Tanımadığı birini bu kadar çok sevmek ona garip geliyordu ama umursamıyordu. Onu tanımaması da ayrı bir garip geliyordu gerçi. Elflerin çoğuyla bir yakınlığı olmasada onları tanırdı. Ama Aethra istisnaydı. O sanki Chris için daha önce görünmezdi. Katıldığı bir çok konseyde onu görmemişti ve onu daha fark etmediği için kendisine kızıyordu. Chris bazen... hatta çoğu zaman tam bir odun olup çıkıyordu. Gözünün dibindeki duran güzelliği göremiyordu. Asilik ve bencilliğinden dolayı katılldığı konseyler hep kavgalı geçmiş ve kavgadan dolayı gözü kimseyi görmemişti. Ama Aethra'yı görememek... Kör birisi bile o güzellik karşısında tekrar görür ve gördüğü şeye tekrar tekrar aşık olurdu. Ama Chris, kör birinden daha kötü gözlerle etrafına bakıyordu. Bencillikle bakıyordu etrafına.
Sonunda ikisi de nefes nefese kendilerini geri çekti. Chris'in eli hala onun ince belince duruyor ve gözleri onun gözlerinden ayrılmıyordu. O çocuksu gözlerin içinde kendini görüyordu. Uzun zamandır yolunu kaybetmiş bir zavallı. Ve o zavallı onun gözlerinin içinde yolunu tekrar buluyordu. Bu Chris'i korkutuyordu. Yolunun her zaman savaş olduğunu düşünmüştü ama şimdi bunda yanıldığını anlamıştı. Ama bu bir anda kabul edilecek ve anlayış sağlanacak bir şey değildi. Uzun hem de çok uzun yıllardır bu yolu kullanıyordu ama saniyeler içinde yolunun yanlışlığını anlıyor ve yolu değiştirmek istiyordu. Zor olan buydu. Bir alışkanlık haline gelmiş bu yolu bırakmak. Yeni yolu görmek ve korkusuzca oraya yürümek. Tek başına kaldırabileceği bir yük değildi. Bütün hayatında ki yanlışları sadece onun gözüne bakarak anlamıştı. Kimdi bu kız?! Orman elflerinin lideri. Tamam bunu biliyordu ama gerçekte kimdi? Geçmişinde kimdi, neden daha önce değilde şimdi ortaya çıkmıştı? Neden daha önce karşısına çıkmamıştı? Tanıdık geliyordu ama tamamen yabancı biriydi. Başka bir yaşamdan tanıyordu belki de. Ama bu Chris'e saçma geliyordu. Neden saçma geldiğini açıklayamıyordu ama böyle bir düşünce kendinin bile olsa saçma geliyordu. Her zaman olduğu gibi şimdi de dar görüşlülük ediyordu. Hiç bir zaman düşüncelere açık biri olmamıştı. Bunu çok istiyordu dinlediği konularda anlamlı bir şeyler bulmak ve inanmasa bile saygı duymak. Ama olmuyordu. Böyle derin ve üstünde uzun uzun konuşulması gerek konularda hep bir kusur bulmuş ve bu kusurlar yüzünden hiç bir zaman bu konulara saygı duyamamıştı. Aklı bu konularda, gözüyse Aethra'da kenetlenmişti. Onun o mavi gözlerinde geleceğini görüyor gibiydi. Mutluluk dolu ve savaşsız bir gelecek. Bu gerçek olabilir miydi gerçekten? Chris için savaşsız bir gelecek olabilir miydi? Kılıcını bir kenara bırakabilir ve sadece hayatını yaşayabilir miydi? Çok ama çok zordu bu. Hatta çoğu kimseye göre bu imkansızdı ama Chris imkansıza inanmazdı. İmkansız sadece zayıflar tarafından uydurulmuş bir bahanedir. Ama Chris asla zayıf biri olmamıştı ve imkansıza inanmamıştı. Hayatının her döneminde imkansız şeyler yapmaya çabalamış ve büyük çoğunluğunda başarmıştı. Şimdi de başaracaktı. Ama gerçekten bunu istiyor muydu? Onu gerçekten istiyordu ama savaş alanından uzak kalmayı bir kardeşi, bir askeri savaşta ölürken evinde oturmayı istiyor muydu? İşte tüm mesele buydu gerçekten isteyip istememesi. Şu an için gerçekten istediği tek bir şey vardı ve şu an ona bakıp gülümsüyordu. Ona yıllarca bakıp, yıllarca gülümsemek istiyordu. Onu her zaman mutlu etmek, onunla birlikte mutlu olmak istiyordu. Hayatını daha tanışmadan değiştiren bu kızı tanımak istiyordu.
Zaman hızla ilerliyordu. Chris ve Aethra için zaman durmuş olabilirdi ama gerçek dünyada zaman hızla ilerlemeye devam ediyordu. Chris konuşmak istiyor ama ne diyeceğini bilmiyordu. Gerçekten böyle bir anı yaşamayalı çok ama çok uzun yıllar olmuştu. Ne kadar mutluluk verici bir an olduğu aklından uçup gitmişti. Şu an onun gözlerine bakıp bütün gücüyle aşkını bağırmak istiyordu ama bunu yapmanın doğru olacağından emin olamıyordu. Onun gözlerinde aşkı görüyordu. Aşkın nasıl bir şey olduğunu hatırlıyor ve bunu duyguyu unuttuğu için kendi kendine kızıyordu. Hayatının yarısı aşksız ve sevgisiz geçmişti. Bütün herkes onu acımasız, bencil ve kendini beğenmiş biri olarak tanıyordu. Herkes onu yargılarken neden böyle olduğu hiç konuşulmuyordu. Kimin onu acımasız yaptığını, neden bu kadar bencil olduğunu kimse sormuyordu. Kimse bilmiyordu ama hiçbir insan acımasız ve bencil doğmazdı. Ama birisi bencil birine dönüştüğü anda neden böyle olduğu sorulmazdı sadece yargılanırdı. Herkes yargılamak için birini arıyordu. Neden ve kim için yaptığı önemli değildi sadece ters bir yanlış yapması yeterdi. İnsanlar bu ters davranıştan sonra onu affetmesi yerine onun üstüne giderek daha çok yanlış davranış yapmasına sebep oluyorlardı böylece ortaya acımasız ve bencil birisi çıkıyordu. Ama Chris artık öyle biri olmayacaktı. İnsanlar ne derse desin düzelecekti. Tabi ki kendi doğasını inkar edemezdi. Her zaman sinirli biri olacaktı ama o bunu bencil biri haline getirmeyecekti. Bu düşüncelerden ve daha çok Aethra'nın gözlerinden destek alarak elini onun saçlarına uzattı ve saçlarını kulağının arkasına atıp kulağına eğilerek fısıldadı "Seni çok ama çok seviyorum!"