Valerie Diamante Elf Üyesi
Aklıma bir şey gelmedi, ama yazasım geldi. *-* Mesaj Sayısı : 11 Nerden : Sandalyemden. Yaş : 31 Gerçek İsim : İyem. Banka Hesabın : 5 Kayıt tarihi : 23/06/11
Karakter Bilgileri RPG Puanı: (98/100) Özel Güç: Silahı: Başlangıç Kiti
| Konu: Valerie Perş. Haz. 23, 2011 12:07 pm | |
| Gözlerimi araladığımda pencereden içeriye sızan güneş tam gözüme odaklanmıştı. Bu sinir bozucuydu. Yüzümü buruşturarak yorganı kafama çektim ve güneş ışığını engellemeye çalıştım. Hala uykum vardı. Bugün dükkânı hiç açmak istemiyordum. Bir süre yatağımın içinde döndükten sonra kafama dank etmişti. Dün Argarot'a bir mektup yolladığımı anımsadım ve yataktan hemen fırladım. Mektubum çok önceden ulaşmış olmalıydı ve belki de Argarot çok önceden dükkâna gelmek için yola çıkmış olmalıydı. Hiç vakit kaybetmeden üzerimi giyindim. Rahat giysiler giymem benim için oldukça iyi olacaktı. Üzerime bir tişört geçirdim. Pantolonumu da giydikten sonra uzun sarı saçlarımı atkuyruğu yaparak odadan çıktım. Karnım kazınıyordu. Mutfağa giderek birkaç bir şeyler atıştırdıktan sonra sırt çantamı alarak evden çıktım. Saat öğle vaktine geliyordu. Argarot'un beni bekliyor olabileceği ihtimalini göze alarak biraz ecele etmeye çalışıyordum. Bu mühim konunun gecikmesini asla istemiyordum. Bir önce su yüzüne çıkması gerekiyordu ki bende rahata kavuşayım. Birkaç kilometre sonra nihayet ulaştığımı fark edince gülümsedim. Ama kapının önünde hiçbir şey yoktu. Aslında onu bekletmediğim için seviniyordum. Birazdan geleceğini düşünerek dükkâna gittim ve kapısını açıp orada beklemeye karar verdim. Bu esnada da başka kimsenin gelmemesini umuyordum. Çünkü müşteri kaybetmek istemezdim. İçeride biraz daha kendime gelmek için bir bardak kahve yaptım. Kahve her zaman iyi geliyordu ve daha dinç olmamı sağlıyordu. Kapının kenarında bulunan iskemleyi çektim ve oturarak kahvemden bir yudum aldım. Argarot'un geç kalmamasını umuyordum çünkü keşfedecek şeylerimiz vardı ve bunun gecikmesini asla istemiyordum. Bu yapacağımız gezinti tam benim istediğim ve araştırma yapacağım türdendi. Çünkü görevim gereği gizemli şeyleri keşfetme de artık yeterince deneyim kazanmıştım. Bu yapacağımız keşifte bana birkaç ay önce hissettirmeye başlamıştı. Aslında his demeyelim de bilgi diyelim. Arkadaş çevrem geniş ve bazı kişiler de -bunlardan birisi Argarot- görevim hakkında bilgi sahibi olduğu için bunu araştırmam zor olmayacağa benziyordu.
Düşüncelerim Argarot'un sesiyle bölündü. Daldığım için sesini duşunca biraz korksam da aldırmadan Ayağa kalktım. Nihayet gelmişti. Bir hoş geldin deme amacıyla ona tekrardan gülümseyerek iki yanağından öptüm. Onun da sabırsızlandığını gözlerinde okuyabiliyordum ve ayrıca en az benim kadar o meraklıydı. O mektupta yazılanların daha fazlasını umuyor gibiydi ama şimdi konuşup ta vakit kaybetmenin zamanı değildi. Nasıl olsa yol da bol bol zamanımız olacaktı ve orada anlatma zamanı bulabilecektim. Kahvemin de bittiğini anlayınca bardağı tezgâhın üzerine koydum. '' Artık gitsek iyi olacak değil mi? Vakit kaybetmek istemem. '' dedikten sonra gülümsedim ve kapıyı kilitleyerek yola çıktık. Bu macera oldukça ilginç geçecek gibiydi. Acaba ne gibi şeylerle karşılaşacaktık ve bu gizemli nesne neydi? Bunu ikimizde çok merak ediyorduk. İçimden bir ses bunun önceki araştırmalarımla hiçbir ilgisinin olmadığını söylüyordu. Bu sesin az da olsa yanılmasını diledim.
Dağa doğru yürürken Argarot beni endişelenmemem için uyarıyordu. Evet, aslında endişelenecek bir şey yoktu ama içim o kadar da rahat değildi. Güneş fazla ısıtmasa da vardığı içimi ısıtmaya yetiyordu. Heyecandan olsa gerek terlemeye başlamıştım. Ensemden aşağıya süzülen teri hissedebiliyordum. Nihayet dağın yamacına ulaşmıştık. Etraf sakin görünse de anlamsız bir çekim var gibiydi. Bu kadar sakin olması hiç hayra alamet değildi. Şuan tek yapmamız gereken dağı tırmanıp düzlüğe çıkmaktı. Ama nereden gideceğimizi bilmiyordum. Argarot'a baktığımda tırmanmak için hazırlıklara başlamıştı bile. Bende geri kalmadan çantamdan tırmanma malzemelerini çıkardım. Argarot tırmanma konusunda benden daha tecrübeli olduğu için onu takip etmek zorundaydım. Onun gösterdiği yere baktığımda evet, orası uygundu. Onun kadar çok tırmanmasam da benimde işimizi görecek kadar tecrübem vardı hani. Onun çıkmasını izlerken sanki Argarot benim çalıştırıcımmış gibi arkasından '' Sen nasıl dersen koç. Nasıl olsa sen benden daha tecrübelisin tırmanma konusunda. '' dedikten sonra sırttım ve arkasından doğru ilerlemeye başladım. Aslında o kadar da zor değildi. Eğlenceliydi de. Argarot'un arkasından aynı onun adımlarını takip ederek ilerledikten sonra nihayet düzlüğe gelmiştik. Yeşil otlarla çevrili kocaman bir araziydi. Oldukça güzel görünüyordu ama bu görünüşe fazla aldanmamak gerekirdi. Eşyalarımızı tekrardan çantalarımıza tıkıştırdıktan sonra yavaşça yürümeye başladık. Önümüzde fazla bir şey yoktu ama her an bir şey fırlayabilirdi. Enerji dalgası giderek yoğunlaşıyor gibiydi. Nereden başlayacağımızı bilmiyordum. Argarot'a döndüğümde bir şeyler sezinlemiş gibi görünüyordu. '' Sen iyi... '' demiştim sadece. Argarot bir şeyler sezinlemiş olmalı ki eliyle işaret vererek bana susmamı işaret etti. Düzlükteydik ve fazlasıyla savunmasızdık. Aniden karşımızda bulunan ağaçların arasından bir ses duyuldu ve etrafımızda ışık huzmesi yayılmaya başladı. Neler oluyordu böle? '' Argarot! Bu da neyin nesi? '' diye sorarken bir yandan da asamı çıkartıp büyünün geldiği yöne doğru asamı sallıyordum. Hedef tam net olarak belli olmasa da ağaçların oradan geldiği belliydi. Bir kaç büyü yaptıktan sonra Argarot'un yanına koşar adımlarla ilerledim. Neler olduğunu bilmiyordum ve sormanın da sırası değildi. Ah, bir gizemli şey için bunlara değer miydi? Evet, bence değerdi.
Argarot'un yanında büyünün geldiği yöne doğru asamı sallıyordum ama biraz yorulmuştum. Çok endişelenmiş görünüyordu. Onunda bu kişilerin kim olduğunu bilmesini ummuyordum. Hala onların kim olduğunu ve neden bize büyü yaptıklarını anlamış değildim. Şaşırmıştım. Hem bizim burada olduğumuzu nedene öğrendiler ki? Beynim karman çorman olmuştu. Asamı sallamayı kestikten sonra Argarot hala yabancılara karşı gardını düşünmemişti. Onun yanında güvendeydim ve bunu bilmek içimi rahatlatıyordu. Ya buraya tek başıma gelmiş olsaydım? Şimdiye ölmüş olur, cesedimi uçurumdan aşağıya atmış olurlardı. Buna emindim. Bunları düşündükçe içimi ürperti sardı. Ama çok geçmeden düşüncelerimden sıyrıldığımda çarpışmanın bitmiş olduğunu gördüm. Yere birkaç tane büyücü serilmişti ve onları görünce gülümsemeden edemedim. Argarot hepsini haklamıştı. Ama durun bir dakika. Ağaçların arasından bir adam koşarak uzaklaşıyordu. Bunu Argarot'ta görmüş olmalı ki bana yerimden kalmamı söyleyerek onun peşinden gitti. Gitmemesini söylemek için ağzımı açtığımda çoktan gözden kaybolmuştu bile. Ah, bu çocuğun cesareti nereden geliyordu böle? Seherbaz olmasından kaynaklanan öz güveni vardı zaten. Ve sanırım yaşının verdiği tecrübe en çokta kanında kaynayan o merak ve deli hırsı. Bir gün başını oldukça derde sokacaktı ama ne zaman? Orada neler olduğunu merak ediyordum. Adam kaçmış mıydı yoksa Argarot onu bulup cezasını vermiş miydi? Bunlar şuan için cevaplanamayacak sorulardı.
Bulunduğum yerden Argarot gelene kadar çıkmadım. Çünkü bu kocaman düzlükte her zaman savunmasızdım. -Argarot yanımda olmadığı içinde bu eksi bir puandı.- En garanti yol olduğum yerde kalmak ve az risk altında olmaktı. Korktuğumdan değildi. Sadece kendimi garanti altına almak istiyordum. Sonuçta önemli bir işimiz vardı ve bunun asla yarım kalmasını istemezdim. Diğer yaptığım işler gibi bunu da alnımın akıyla bitirip kendimle gurur duymak istiyordum. Aslında kendimizle. Çünkü bu yolculuğumuzu sorunsuz atlatırsak -Argarot ve ben- hepimiz için iyi olacaktı. En azından benim için. Çünkü koleksiyonuma koymak için bir tane daha gizemli nesnem olacaktı ve bu şansı kaçıramazdım. Argarot nihayet gelmişti. Her zamanki gibi soğukkanlıydı. Ben ise ondan oldukça heyecanlı ve ne diyeceğini merakla bekleyen gözlerle ona bakıyordum. Kaçan büyücünün yakalanmasını umuyordum ki karşımda duran büyücünün zıt bir şey söylemesiyle yüzümdeki umut ışığı sönmüştü. Ama bunu mümkün olduğunca belli etmemeye çalıştım. Bize tekrar saldırırsa neler olacağını gördüğü için tekrar bunu yapacağını sanmıyordum. Yapmazdı öyle değil mi? Aslında bir yandan kaçması iyi olmuş diye düşünmeden edemedim. Çünkü eğer yakalansaydı asla Argarot'un elinden sağ çıkamazdı. Neyse bu düşüncelerimden sıyrılarak tekrardan karşımda duran büyücünün dediklerine kulak astım. Bir yandan da Argarot'un kamp bulma umuduyla gittiği yöne doğru adımlarımı sıklaştırdım. Argarot'un meraklı gözlerle bana baktığını ve bir şeyler söylediğini görünce dikkatimi ona verdim ve söylediğini onaylar gibi '' Hayır, almadım. Her zamanki gibi turp gibiyim. Hem bana ne olabilir ki yanımda sen varken. '' dedikten sonra sırıttım ve hızlı adımlar atarak yanına geçtim. Arkada kalmak hiç iyi olmazdı. Nede olsa güneş bakmaya yaklaşmıştı ve etraf hiçte güvenli değildi.
Bir süre yürüdükten sonra nihayet dağın tam zirvesindeydik ve hava iyice çökmüştü. Etraf çok sessizdi. Sadece ayaklarımızın altında ezilen yaprakların çıtırtısı duyuluyordu ve bir de soluk alış verişlerimiz. Etrafımı incelemeye başladım. Aniden enerjinin daha çok yayıldığını hissettim ve ürperdim. Doğru yerde olduğumuzu hissediyordum. Sessiz bir şekilde biraz daha yürüdükten sonra nihayet kamp yapmak için uygun bir yer bulmuştuk. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu ve Argarot'un kolundan asılarak parmağımla mağaranın bulunduğu yeri gösterdim. Hiç vakit kaybetmeden içine girip biraz dinlenmek istiyordum. Çünkü uzun zamandan beri yürüyorduk ve bacaklarım fena şekilde ağrımıştı. Biraz dinlenmenin kimseye zararı olmazdı değil mi? Argarot'u arkamda bırakarak mağaraya doğru ilerliyordum. Mağaraya birkaç adım kala duraksadım ve ağaçların arasından gelen karartıları görünce çığlığı kopardım. İnanamıyordum. Bunlar neyin nesiydi böyle? Bedenime saplanan korkuyu bastırmalıydım. Karşımda yaklaşık beş altı tane yaratık vardı ve hepsi de o kadar korkunçtu ki... O kadar cılızlardı ki kaburgalarını saymakta güçlük çekmezdiniz. Etraf zaten karanlıkta bir de onlar kapkaraydı. Zaten onları yanlarına yaklaşınca güçlükle gördüm. Uzun kulakları ve sivri dişleri vardı. Ve hepsinin sapsarı gözleri bana dikilmişti. Aniden asamı cebimden çıkardım ve o an da büyülü sözleri söyledim. '' Sersemlet! '' Yolladığım büyü etki etmemiş olmalıydı. Çünkü ışığın etkisiyle ne kadar hızlı olduklarını gördüm. Elimizi çabuk tutmalıydım yoksa buradan sağ çıkamayacaktık ve bunu düşünmek istemiyordum.
Savaşmaya devam ederken aniden canımın yandığını hissettim ve istemsizce yere yığıldım. Kıpırdamaya çalıştıkça canım daha çok yanıyordu ve elimi bacağıma götürdüğümde kötü bir görüntüyle karşılaştım. Elim kan içindeydi. Yaratık bacağımı ısırmıştı ve canım o kadar çok yanıyordu ki... Yaratığa büyümü salladığımda koskoca karanlık aniden kızıl bir renge boyanmıştı. O an aklımdan -iyi kötü- bin türlü şey geçiyordu. Isırılmıştım. Canım çok yanıyordu ve o yaratıkların ne olduğunu bilmiyordum. Aklımdan başarısızlık ve utanç geçiyordu ve bunu nasıl düzelteceğimi bilmiyordum ve yerde öylece kıvranarak kocaman alev topunu izliyordum.
Bacağımın acısından bayılacak gibi olmuştum. Kocaman alev topu yok olduğunda etrafımızda bulunan tüm yaratıklarda cayır cayır yanıyordu. Buna çok sevinmiştim ama içimden yine de lanet okuyordum. Ah, tanrı aşkına! Bunu ben ısırılmadın önce yapsaydın ya! Kendine gelmeye ve hareket etmeye çalışsam da olmuyordu. Her hareket ettiğimde canım daha çok yanıyordu. Acıdan ve etrafa yayılan kokudan artık midem bulanıyordu. Bu acı katlanılacak gibi değildi. Bu halimle bile içimdeki merak duygusu rahat durmuyordu. Bunu yapanın kim olduğunu merak ediyordum. Zar zor da olsa kımıldadığım da gördüğüm manzara sinir bozucuydu. Argarot ve -sanırım o alev topunu çıkaran ve yaratıkları öldüren kişi- birbirlerine sarılmış gülüşüyorlardı. İçimden yine kendimi tutamadım. Ah, tanrına aşkına bunların derdi ne? Şimdi hasret gidermenin zamanı mı? Görmüyorlar mı beni?
Son hatırladığım buydu. Sanırım düşüncelerimden sonra bayılmış olmalıydım ve gözlerimi araladığım da Argarot'un o tatlı sesi kulağımda çınlıyordu. Yavaşça kolumu omzunun üzerine attı ve mağaraya doğru ilerliyorduk. İyileşmiştim. Evet. Bu nasıl oluyordu? Nasıl aniden iyileşebilmiştim ki? Aslında bunu sorgulama zamanı şuan burası değildi ve bunu tabii ki bu halimle Argarot'a sormayacaktım. Bunu ben baygınken yapmış olmalıydı. Beni iyileştirmişti işte ötesi yoktu. Mağaraya gitmeden önce bacağıma bakmak istiyordum. O korkunç yaradan kurtulmuş olmayı umuyordum. İsteksizce de olsa bacağıma baktığımda beni fazlasıyla mutlu edecek bir görüntüyle karşılaştım. O korkunç kanlar ve acı yok olmuştu. Yerine küçük bir çizik gelmişti. Buna çok sevinmiştim. Argarot'a bakarak küçük bir tebessümle teşekkür ettim ve dikkatimi bacağımdan çektim. Mağaraya yürürken hala Argarot'un yanında duran -bizi yaratıklardan kurtaran- çocukla tanışmamıştım fakat bunu şimdi yapmayacaktım. Daha sonra bol zamanımızın olacağını umuyordum.
Mağaranın içine girdiğimizde o hissettim enerjiyi daha çok hissetmeye başlamıştım. Kalbim heyecandan değil sanki enerji yüzünden yerinden çıkacak gibi atıyordu ve içime oldukça fazla enerji dolmuştu. Bu taşın burada olduğuna dair işaret olmalıydı. Aynı duyguyu Argarot'ta hissetmiş olmalıydı. Mağaranın içinden yürürken içeride bulunan yolu takip ediyorduk. İçerisi oldukça karanlıktı ama bu karanlık fazla uzun sürmedi. Argarot'un yaktığı ışık mağarayı aydınlatıp yolumuzu bulmayı sağlıyordu. Üçümüz de etrafı meraklı gözlerle izliyorduk. İçerisi oldukça büyük ve fazlasıyla ürkütücüydü. Her adım attığımızda çıkan sesler tüylerimi ürpertmeye yetiyordu. Kısa süre daha yürüdükten sonra aniden duvarlar da bulunan bazı meşaleler yandı. Etrafımız birden aydınlandı ve sanki bir yolu ışıklandırıyormuş gibi sırasıyla yanıyorlardı. Bunu içimizden birinin yaptığını sanmıştım ama hayır bu kendiliğinden olmuştu. İçimden bir ses güç kaynağına yaklaştığımızı söylüyordu. Işıklı yolu takip ettiğimizde karşımıza kocaman bir salon çıktı. Onunda içini duvarlar da asılı olan meşaleler aydınlatıyordu. Fakat bu meşalelerden çok fazla vardı ve bulunduğumuz yerin daha fazla belirgin olmasını sağlıyordu. Gözlerime inanamıyordum. Şaşkınlıktan ağzım kaldı. Etrafta bir sürü simgeler ve duvarlarda da anlaşılması zor yazılar ve işaretler vardı. Burası oldukça muhteşem ve gizemli bir yerdi. Argarot kolunu çekerek uzaklaştığında kendimi daha iyi hissederek duvarlarda ki işaretleri incelemeye başladım. Duvarlara elimi sürüyor ve onların ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ama nafile. Bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Argarot'un sesiyle irkildim. Ona doğru döndüğüm de etrafa ve karşısında bulunan dört tane heykele bakarak hayranlığını dile getiriyordu. Peki, neydi onlar? Üç tane erkek ve bir tane kadın heykeli salonun ortasında duruyordu. Üçü de sanki savaşa hazırlarmış gibi zırhlarını kuşanmış asalarını havaya kaldırmış bekliyorlardı. Dikkatimi Argarot'un sözlerine verdim. Bu üç heykelin kim olduğunu ve yaşamlarını anlatıyordu. Onu pür dikkat dinliyordum. Anlattıklarının bazılarını anlamasam da bu dört heykelin kim olduklarını öğrenmiştim ve bulunduğumuz yerin de kime ait olduğunu. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Burası oldukça ilginçti ve evet Argarot'un da dediği gibi burada onlara -dört büyücüye- ait çok önemli bir şey bulabilirdik. Etrafı incelemeye ve anlamaya çalışırken yine Argarot bir şeyler yapıyordu. Sanırım Argarot benden daha meraklıydı böyle şeylere. Aslında ben böyle gizemli ve korkutucu şeylere o kadar merak etmiyordum açıkçası. Sadece beni çeken yerle gidiyordum ve her seferinde de mutlaka gizemli şeyler buluyordum. Bunun gibi. Arkamı dönüp yanına gittiğim de bir masanın üzerinde bulunan simgeleri inceliyordu. Dört element. Heykellerin miğferlerinde kazılı olan şekiller. Şaşkınlıkla onun ne yaptığını anlamaya çalıştım. Asasını çıkarmış bir şeyler mırıldanıyordu ve her söylediğinden sonra bir elemente dokunuyordu. Ah, tanrım! Gözlerime bir daha inanamıyordum. Dört elementin dördüne de dokunduğun da her birinin içinden muhteşem derece de güzel ve etkileyici yüzükler çıkmıştı. Hepsi de o kadar güzel parlıyorlardı ki... İçime aniden müthiş bir heyecan kapladı. Bir an önce yüzüklere dokunmak istiyordum. Daha önce böyle bir şey görmemiştim. Aniden duraksadım. Masanın ortası erimekten yok oldu ve içinden kocaman tozlu bir kitap çıktı. Eskiydi. Bu her halinden belli oluyordu. Dört tane ilginç yüzük ve bir tane eski ve tozlu bir kitap. Bunlar Argarot'a bir şey ifade ediyor gibi görünüyordu. Aslında korkmaya başlamıştım. Argarot tozlu kitabın sayfalarını çevirirken onu anlamaya çalışıyordu. Kısa süre sonra bize döndü. Yüzünden çok heyecanlı olduğunu belli oluyordu.
Evet, ama nerede oturup bu konuyu daha detaylı konuşacaktık ki? Kısa süre düşündükten sonra en güvenli ve en uygun yerin neresi olduğunu biliyordum. Dükkânım. En güvenli yerdi ve orada her şey vardı. Belki bu yüzüklerin ne olduğunu da anlayabilirdik. Aslında o koca kitapta her şey yazılıdır da neyse. Daha fazla vakit kaybetmemek için aklımdaki şeyi söyledim. Bunu reddedeceklerini sanmıyordum. '' Hey, benim dükkânıma gitmeye ne dersiniz? Bence en güvenli ve en rahat yer orası. Hem orada aradığımız her şeyi bulabiliriz. Ama ilk önce bu ürkütücü yerden çıkmalıyız. '' dedikten sonra arkadaşlarının da onayıyla birlikte oradan çıktılar. Bugün fazlasıyla yorucu bir gün olmuştu ve sonunda da deymiş gibiydi.
| |
|
Raise Site Kurucusu
YS, My Love! Mesaj Sayısı : 232 Yaş : 32 Banka Hesabın : 1000000045 Kayıt tarihi : 29/08/09
| Konu: Geri: Valerie Perş. Haz. 23, 2011 1:51 pm | |
| Kurgu olağanüstü. Gerçekten beğendim ve bir an olsun sıkılmadım. Betimlemeler yerinde idi. Mekan tasvirlerine biraz daha önem verirsen daha iyi olacağını düşünüyorum. Anlatım tarzını beğendim. Sonda biraz karışıklık vardı fakat. Orayı tam toparlayamamışsın gibime geldi. Özellikle son iki cümle öncekilere göre oldukça düşük performanslıydı. Yazım yanlışı yoktu, ta ki son cümleye kadar. "deymek" diye bir kelime bulunmamaktadır. "değmek" vardır. "değmiş gibiydi" denir. Paragraf düzenini sevdim. Başarılıydı.
Betimleme: 29 / 30 Paragraf Düzeni: 5 / 5 İmla Düzeni: 9 / 10 Anlatım: 40 / 40 Kurgu: 15 / 15
98, Tebrikler | |
|