Bir Mektup Vampir Michael'dan
'Ben Michael McShane. Bana insanlığımdan kalan iğrenç mirasların başında bu soyadı geliyor. Ondan kurtulmalıydım. Her şey oldum Serseri, asker, casus, kadın avcısı... Ama sanırım olduğum şeyler arasında en önemlisi tereddüt etmeden insanları öldüren bir katil olmamdı. Bundan zevk alan bir avcı. Kadınlardan da payıma düşeni aldım; öfkede, arzuda, susuzlukta ve acımada. Benim için daha önemli ihtiyaçlara geçmeden önce görüp görülebilecek en güzel kadıları elden geçirdim. Ama damarlarımda soğuk bir şekilde akan vahşi kökenlerimin kanı, sıcaklık ve yaşam için seslendi; hayatta kalmak için. Ben bir kan içiciyim. Üç aşağı beş yukarı 650 yıldır yaşıyorum. Bir yerden sonra saymaktan sıkılıyorsunuz. Bu yılların hepsini, beni azad etmesine rağmen, vahşi Lady'im Veronica'ma bağlı olarak geçirdim ve hala da ona bağlıyım. Tapınılası bir güzellik o.
Lanet olasıca insanlığımın her karesini hala hatırlıyorum ve dipsiz bir mezara uzatılan bir ipin umutsuzca çekilişi gibi ölümlü acının titreşimini hissediyorum. Bu çekilişi artık beni eskisi kadar duraksatmıyor. Ben bir kan içiciyim: Kutsanmış ve lanetli. Vampir yaşamımın başlangıcından itibaren güce açlık çekiyordum. Hep güçlülerle oluyor, onların yakınında bulunuyordum. Buna zamanın İngiltere prensesleri, kraliçesi, aklınıza gelebilecek her şekilde önemli kişilik dahildi. En zayıfları öldürüyor, insanlığın aptalca fetih arayışından doğan yıkımla besleniyordum.
İngiliz ve Fransızların aptalca birbirlerini öldürüşleri benim işime geliyor, besin kaynağımı genişletiyordu. Her gece ortaya çıktığımda yaralıların arasında geziniyor, daha ölmemiş olanları ben öldürüyordum. Bunu hak ediyorlardı. Kendi ırklarını yok etmeye bu kadar hevesli olmasalardı bir vampire yem olmaktan çok daha üstün noktalara gelebilirlerdi. Ama sonuçta insanoğlu zayıftı ve ben insanlığımdan nefret ediyordum. Bana zayıflığımı hatırlatan her şeyi hayatımdan çıkarmak için çabalasam da bir şeyler hep bana bunu unutturmamaya çalışıyordu. Oysa benim hatırlamak istediğim tek anı hayatımın dönüm noktası olan o geceydi.
Her zamanki gibi berbat bir evden çıkmıştım. Etraf pislik içinde ve en pis yerlerde yaşayan sokak köpeğinin bile yaşayamayacağı kadar döküntüydü. Bende yaşamıyordum zaten. Hayatımın hemen hemen hepsi iğrenç bir kumarhane ve hemen onun yanında en az onun kadar iğrenç bir bar. İki ortak kişinin yerleriydi bunlar. İsimlerini bilerek ayarlamışlardı. Kumarhane görevi gören yerin tabelasında 'Money', aralarındaki küçük duvardı '&' işareti vardı, barınkinde ise 'Death' yazıyordu. Herkes bir gecede sadece birini seçerken benim seçimim her zaman ikisinden de yana olurdu. Parayla kazandığım hayatı ölümün üzerine oynardım.
Gecenin bittiğini anlamazlıktan gelmeye çalışsam da çok değil beş dakika sonra çok seksi iki bayan tarafından kapıya geçirilmiştim bile. İçerideki sıcaklık hala üzerimdeyken dışarı çıkınca ani bir soğukluk hissettim. Bardan uzaklaşırken ellerimi cebime attığımda elime değen soğukluğun ne olduğuna bakmak için çıkardığımda gördüğüm şey bir çeyreklik oldu. "Demek geriye sadece sen ve ben kaldık. Acizliğimin son raddesindeki ben ve değersizliğin son halindeki sen. Çok uyumlu bir çiftiz." Elimdeki çeyreklikle oynarken birden elimden çıktı yuvarlandı, yuvarlandı... Eğilmiş bir vaziyette benden onun peşinden koşuyordum ve tam yakalamak için elimi uzatmıştım ki kırmızı rugan ayakkabılar görüş alanıma girdi. Bir kadın ruhumun parçasının üstüne basmıştı. Gözlerimi yukarıya doğru çevirirken hiç acele etmedim. Bacakların mükemmelliği karşısında mest olurken dokunmamak için kendimi zor tutuyordum. Tam ben biran elbise giymemiş mi acaba diye düşünmeye başladığım anda çıktı elbisesi karşıma. Kalçalarının hemen altında son buluyordu. Tamamen ayağa dikildiğimde gözlerimi göğüslerinin neredeyse hepsini açıkta bırakan dekoltesinden zorlukla ayırıp gözlerine baktım. Gözlerindeki karanlık yok ediciydi, her şeyi yutan bir kara delik gibi. "Siz bayan, eğer aciz bir adamın elindeki, ruhunun son parçası olan çeyrekliği alacak kadar düşkün haldeyseniz eğer sizde kalabilir. Lakin öyle değilse sevgilimi bana geri vermelisiniz." Ben sustuğumda kadın parayı almak için yere eğildi ve işte o mükemmel göğüslerin hepsi gözlerimin önündeydi. Ben zorlukla gözlerimi çekerken kadın ayağa kalkmıştı ve parayı elinde evirip çeviriyordu. Aniden durduğunda sanki hipnotize olmuş gibi birden kendime geldim bende. "Bu acizliğiniz neden? Keza son umudunuz elimdeki madeni taş parçası ise eğer son vermelisiniz sefil yaşamınıza." Kaç kere son vermek istediğimden haberi bile yoktu. İçimde yükselen hiddet duygusunun esiri olmamak için kendimi tutmaya çalışsam da ne kadar başarılı olduğum ortadaydı. "Neden acizim öyle mi? Bayan! Böyle bir sokakta gezen, her gün yeniden kazandığı hayatı aynı günün aynı saatleri içinde ölümün üzerine oynayan ve her seferinde onu alt eden bir adam düşünün. Ölüme olan aşinalığın getirdiği çaresizliği düşünün. son umudu elinizdeki madeni taş parçasından başka bir şey olmayan ve ölümün soğuk kollarını herkesten önce tadıp gene de oradan sağ salim çıkan bir adamı düşünün.Ve o adamın Ölümü nasıl arzulayıpta kavuşamadığını düşünün. İşte o adam benim Bayan! Peki ya siz kimsiniz?"
Kadın birden kolumu tuttuğunda hissettiğim soğukluk bütün bedenimi ele geçirirken tahrik oluyordum ve hem içinde hem de dışında beni hissetmesini istiyordum. Her anlamda. Tam ona doğru çekilirken birden kendimi en kuytu bölge de bir duvara dayalı halde buldum. "Ölümün soğuk kollarına girip sağ salim çıktığından ve Ölüme olan arzundan bahsettin az önce. Ve bana kim olduğumu sordun değil mi?" Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı ama korkmuyordum. "Evet." , "Ben ölümün ta kendisiyim." İşte bu beklemediğim bir şeydi. Ama madem ölüm olduğunu iddia ediyordu, sonuçlarına da göğüs gerecekti. "Madem öyle o zaman ölümü istiyorum." Az önce beni tutan kolunu tuttum ve biraz ötedeki otele doğru gitmeye başladık. İtiraz etmiyordu. Daha fazla dayanamayacağımı anlayınca onu kucağıma aldım ve resepsiyondaki işleri hemen halledip odaya çıktım. Onu yatağa yatırdığımda üstümü çıkarmak için uzaklaşacaktım ki beni yakamdan tuttu ve üzerine çekti. Dudaklarımız alevle birleşirken bir yandan da elbiselerimizi parçalayarak çıkarıyorduk. Zevkin doruk noktasındayken artık hiçbir şey önemli değildi beni daha çok hissetmesini istiyor bedenimi ona daha çok bastırıyordum. Hayatımda yaptığım en
mükemmel seks son bulurken iki ruh tek beden halinde orada yattık. Ve bir süre sonra bana gerçeği söyleme zahmetine katlanmıştı artık. "Ölümü bu kadar çok arzuluyor musun gerçekten? Eğer öyleyse sana ölümü verip ruhunu alabilirim ama unutma bedenin yaşarken ruhun olmayacak" Ne demek istediğini anlamaya çalışarak gözlerine baktığımda uzayan vampir dişlerini gördüm.
Belki de yıllardır beklediğim teklifti bu. Sefil ruhuma ihtiyacım yoktu. Karşı çıkmadan boyun eğdiğim isteğin ne olduğunu çok iyi biliyordum. Ve bütün her şeye rağmen istiyordum, karşımdaki seksi vampiri istiyordum. Boynumu açığa çıkarıp önüne sunarken sadece bir öpücük kondu açıktaki tenime. "Hemen değil yakışıklım önce biraz daha eğlenceye hayır demezdim." Gülüşüm tüm yüzüme yayılmışken ona istediği eğlenceyi vermek için daha dünden hazırdım. Bedenlerimiz birbirine karışıp, tek vücut olurken düşüncelerim birbirine karışmış sadece onu düşünür olmuştum. Ve zevkle inlerken onun boğazıma uzanan dişleri gördüğüm son şey oldu. Gerisi o kadar büyük bir karmaşaydı ki hala hatırlamakta zorlanıyorum. Hissettiğim şey sadece acıydı, katıksız saf acı. Bütün hücrelerim alev almış gibi yanıyor, dayanılması imkânsız acılar bahşediyorlardı. Istırap çığlıkları geliyordu kulağıma ve acım daha da artıyordu. Belki de benim çığlıklarımdı kulağıma çalınan. Bilmiyordum. Koca bir hiçliğin ortasında sadece acı çekiyordum. Ve birden geldiği gibi ani bir şekilde yok oldu. Artık bitmişti, her şey gibi bu da bitmişti...
Uyandığımda bir süre gözlerimi açmadan durdum. Nefes alıp uyandığımı belli ederim diye korktum ama bu korkum gereksizdi artık nefes alma ihtiyacı duymuyordum. Artık gerçek yürüyen bir ölüydüm. Kalbimin atışlarının durmasının yerine keskin hem de çok keskin duyular gelmişti. Rüzgârın çimenlere çarpıp çıkardığı hışırtıyı duyabiliyor, kokuyu ta buradan alabiliyordum. Nihayet keskin duyularıma alıştığımda gözlerimi araladım ve onu gördüm. Ceylan gözleriyle bana bakıyordu. Belki de uyandığımı çoktan anlamıştı bilmiyordum. Gözlerimi açar açmaz yanıma geldi ve kolunda bir kesik açıp ağzıma doğrulttu. Koku bedenimi esir alırken nedenini bilmeden büyük bir iştahla kolundan kanını içmeye başladım. Hayatım boyunca yaşayabileceğim en mükemmel duygu olduğunu söyleyebilirim. Ve sonra ardından o müthiş seks geldi. Her şey birbirine karışıyordu. Kan, seks, acı, zevk hepsi birbiriyle bağlantılıydı. Nihayet her şey son bulduğunda sessizliği bozan onun pürüzsüz sesi oldu.
"Bağlılık. Bağlılığını kanıtlamalısın yakışıklı vampirim." İşte o an tamamen ona ait olduğumu anladım ve hiç düşünmeden önünde diz çöktüm. O zamanlarda Krala bağlılık böyle gösterilirdi dizin üzerinde eğilerek, el ise kalbin üzerinde. Ah, unutmuşum benim artık atan bir kalbim yoktu değil mi? Bu farkında lığın verdiği şaşkınlıkla elini aldım ve gözlerimi başta yere sabitleyerek konuşmaya başladım: "Siz kurtarıcım; Beni hayatımın acizliğinin son hallerini yaşarken kurtardınız. Siz bütün her şeyi değersiz bir madeni taş parçasından başka bir şey olmayan bir adama her şeyi sundunuz. Eğer cennet geçmişimdeki acizlikse eğer ben cehennemi ve sizi seçiyorum. Ve geçmişimin anılarının izlerini bütün vücudumda taşırken, böylesi bir gecede dönüştürülmüşken emin olabilirsiniz ki Lady'im ellerimin arasında duran elleriniz beni istediği sürece burada olacağım. Sizin için gereken her şey ben olacağım. Askere ihtiyacınız olduğunuz da sadece adımı fısıldayacaksınız; Michael. Ve ben yanı başınızda göreve hazır bekleyeceğim. Konuşmaya ihtiyacınız olacak bütün suskunluğumla sizi dinlemeye hazır olacağım. Ve diğer bütün ihtiyaçlarınızın yanında bir sevgili istediğiniz an yanınızda olacağım." Ellerine küçük bir öpücük kondururken gözlerimi gözlerine kilitledim. Aramızda bizi birbirimize bağlayan görünmez iplikler varmış gibi hissediyordum. Ona olan aitliğimi hissediyordum. "Varoluşumun her anına ve benliğimin her zerresine sizi kazıyacağım. Emrinize amadeyim." '
Bu noktadan sonra elindeki kalemi bıraktı ve gerindi yeni uyanmış vampir. Kalkar kalkmaz içinde dayanılmaz bir yazma ihtiyacı hissetmiş, yazmayı uzun yıllar önce bıraktığı günlüğünü bu tarafa almıştı. Aslında çok tehlikeliydi; kimsenin bilmediği bu zayıflıklarını bir kâğıt parçasına yazmak. Önceki sayfalar gereksizdi belki ama bu sayfa geçmişine dair ne varsa, sakladığı bütün her şeyi ortaya döküyordu. Zayıflıkları ve pişmanlıklarını da. Her kelimede kendi ölüm fermanına bir imza daha ekliyordu. İşte böyle bir şeydi vampir olmak; Zayıflıklara yer olmayan, duygularınızın olmadığı bir dünya da yaşamak. Ama Michael bunların hiçbirini umursamıyordu. Değer verdiği tek şey güçtü ve ona zayıflık kazandıracak duygulara ihtiyacı yoktu. Önündeki sayfaya boş gözlerle bakmayı sürdürdü, burada bırakamazdı. Etrafına baktığında sadeliğiyle sevdiği, ona en çok huzur veren, belki de ‘evim’ diyebileceği yalısı şimdi ona düşman gibiydi. Bütün eşyaları üzerine üzerine gelirken içeride daha fazla kalamayacağını hissettiğinden kendini dışarı attı. Tabi bu sırada çoktan günlüğünden sayfayı koparıp cebine atmıştı bile.
Denizin sesiyle huzur bulmayı umarken bir düşman da orada bekliyordu onu. Dalgalar sahili şiddetle dövüyor, bütün hiddetini ona doğru püskürtüyordu sanki. Burada da istenmiyordu. Bir günahın tohumuydu, doğaya karşı işlenmiş bir suçun sonucu; Bir cinayet. Kendi evinden bir yabancı gibi uzaklaşıyordu. Hiçbir zaman hak etmediği huzurdan adım adım uzaklaşırken, cehenneme doğru çekiliyordu; ait olduğu yere. Kendi dünyasına doğru attığı her adım onu biraz daha olduğu gibi yaparken cebindeki sayfayı çoktan unutmuştu. Tamamen iç güdülerine bırakmışken kendini adımları onu vampir sever zavallı insanlarında geldiği bir nevi beslenme mekânı olan vampir yerine getirdi: Fantagsia.
Kapıdan geçerken içeriden gelen taze insan kokusu burnuna doluyordu. Bu gece aralarında yeniler vardı. Etrafta her zamanki gibi yığınla insan aptal aptal dolaşıyordu. Etrafında dans eden, onun gözünde insanlardan çok da farkı olmayan vampirlere, bir göz atıp köşede yükselen koltuğa baktı. Liam ortalıklarda yoktu. Umurunda da değildi. Hatta olmaması çok daha iyiydi. O vampir kendisinden güçlü olan 2 düşmanından birisiydi. O etrafında olmadan yeterince eğlenebilirdi. Kendisine en cazip gelen kokuya doğru ayaklarını yönlendirirken bugünkü yemeğinin çok da sefil durumda birisi olmamasını diledi. Bar’a doğru ilerlerken orda oturan kızı gördü. İnsan olduğu öylesine barizdi ki. Etrafına yaydığı bütün duyguların yoğunluğu baş döndürücüydü. Vücuduysa oldukça iyi durumda ve seksiydi. Yemeğinin çok eğlenceli
olacağı ortadaydı. Kız bir şeyler ısmarlarken barmene kafasıyla hayır işareti yaptı arkadan Michael. Ismarladığı şeyleri bundan sonra alamayacağı kesindi kızın. Barın hemen arkasındaki masaya oturdu ve kızı izlemeye koyuldu.
Mekânın hemen dışında uçan güvercinin kanat çırpışını bu gürültüde bile duyuyordu. Gözlerini kapayıp güvercine odaklandı. Onun bara gelişini hissettiğinde gülümsedi. Hayvanları seviyordu. Bembeyaz güvercin yanına geldiğinde garsondan kâğıt kalem alıp üzerine bir şeyler karaladı. Küçük kâğıdı rulo yapıp güvercini ağzına koymadan önce duraksadı ve ani bir hareketle güvercinin kanadının altında ona acı vermeyecek hafif bir kesik açtı. Kıpkırmızı kan kar beyazı güvercinin üzerinde süzülürken, kâğıdı da oraya sürdü ve bu sefer tereddüt etmeden güvercinin ağzına koydu. Kulağınaysa “Hadi kızım, şu notu karşıdaki bebeğe uçur da gel bakalım,” diye fısıldadı. Kuş kıza doğru yol alırken, O kızın kanla lekelenmiş kâğıdın üzerinde yazan ‘teklife’ ne tepki vereceğini beklemeye başladı. Kâğıtta şunlar yazılıydı: “Cesaret? Bu mu sürükledi narin bedenini buraya. Eğer öyleyse iş işten çoktan geçmiş demektir. Tehlikenin kucağına oturmuşken benim masama uğramayacak mısın? Yanıma davetlisin güzelim. ‘Welcome to my hell’.” Reddederse olacakları biliyor olmalıydı. Gerçektende göründüğü kadar narin olsa buraya gelecek cesareti bulamazdı. İşte bu özelliğiydi Mich’in dikkatini çeken. Geçmişinde onda olmayan cesaret karşısındaki kızda vardı. Biranda cebindeki kâğıdın varlığı fazla belirgin olmuş adeta koca bir yumru gibi koyduğu yere oturmuştu.